19 Mayıs 2006


BİR DİLİM TATLI

elinizde bir fincan kahve, yüzünüzde gülümseme, pencereden bakıyorsunuz... ve huzur dolusunuz... işte travis, bu anın müziğe çevrimi...

eğleniyorsunuz...

çünkü travis naif şarkı sözleriyle çoğu müzisyenin yapamadığını başarıyor: basit olmak... kah ilkbaharda çiçeklerin açmasını bekliyor kah "i'm so happy coz you're so happy" gibi kas gevşetici cümlelerle karşılaşıyorsunuz. "çürük dişlerim var ama gülümserim" derken azı dişlerindeki karaltıları sayabiliyorsunuz solist fran healy'nin, ya da "why does it always rain on me?" derken çocuksu bir inat sezebiliyorsunuz hayata karşı. "bırak aksın gitsin"den çok daha fazlası bu iskoç'ların "tatlı" isyanı...
samimiyetlerinden şüphe etmeye kalkmayacağınız derece dost canlısı müzik yaptıklarından travis en sevdiklerimden... bir anda güneşli havalar açtırdığından muhtemelen...

içleniyorsunuz...

gözyaşına müsait değilseniz bile.
"re- offender" bugüne dek karşıma çıkan en "sonbahara ait" şarkı örneğin, şöyle ki içimde rüzgarlar eser ben ona sığınmışken, sanki üstümde duran yağmur bulutu harekete hazır bekler, hava griye döner ve ben iç çekerim. sırf bu nedenledir ki re-offender'a günlük güneşlik zamanlar elimi sürmekten imtina ederim...
peki "luv"ı dinlediniz mi hiç? dolup taşan nehirleri bilirsiniz, ağlamaya yakın durup içinizdekileri biriktirir ve patlamayı beklersiniz. ancak boğazınıza bir düğüm çöreklenir ve kalakalırsınız. mutsuz değilsinizdir ama içiniz acır, acınız azdır ama daha fazlası yakındır. "neredesin?" diye sorduğunda fran, şarkıyı durdurur ve nefes alırsınız, sonra aşkın planlanmayacağından açılır bahis ve başta bahsettiğim hislerle yalnız kalırsınız. aşk söz konusu olunca genel geçer bir şarkı bu aslına bakarsınız, vurup geçtiği kesin olanlardan...

şaşırıyorsunuz...

"writing to reach you" ile karşılaşınca mesela. "the man who"nun jelatinini çıkarıp albümü yerleştirirsiniz kaset kapağına ve birden kulağınıza "wonderwall" notaları geliverir, oasis albümü değildir elinizdeki ama intro'lar aynıdır ve bir yerlerde "bu wonderwall ne ola ki?" denir sözlerde... o zaman şarkıyı başa sararsınız ve keşfin tadını çıkarırsınız...
ya da bir gün oturmuş travis'in bol sohbetli bir konserini izlemektesinizdir ve fran gitarını tıngırdatmaya başlar: baby one more time... britney'den doğma şarkı bir anda hiç olmadığı kadar güzel gelir kulağa, insanlar güler, siz gülersiniz ekran başında. bir bakmışsınız sonra şarkının sözleri ezberinizde...
geçeyim mi "the last laugh of the laughter"a? fran healy'nin yolu bir gün fransa'ya düşer ve orada sandala binesi tutar, cebinde de yazdığı bir şarkı sözü. sandalda bir de fransız kız vardır ve biraz sohbetten sonra fran cebinden kağıdı çıkarıp kıza gösterir, kız şarkıyı fransızca'ya çevirip söylemeye başlar birden ve ışıklar yanar, bahsettiğimiz dünyalar tatlısı şarkı çıkar. ma vie, tout ma vie...
bahsedeceğim son şarkı bol ünlem işaretli:"blue flashing light". "the man who" albümü biter ancak kaset dönmeye devam etmektedir. yaklaşık on dakika sonra birden sessizliğe alışmış kulak irkilir, zira hoparlörden gitar sesleri gelmektedir. sona saklanmış en değerli travis hazinesi, travis şarkılarından başka her şeye benzeyen dengesizliğiyle tam on ikiden vurur sizi, hele ki cumartesi gecesi evde yalnızken dinlemişseniz bu şaheseri... ağzı bozuk, isyankar haller çaresizlikle birleşince (allah birleştirmesin de) ve sert sözler yine sert gitarla çiftleşince "song fatale" bir şarkı duymanız ihtimali ne kadar yüksek anlayın...

seviyorum, seviyorsun, seviyor...

neticede vokalist fran healy cidden iyileştirici güce sahip ve travis dokunması gereken tüm bam tellerini ezbere biliyor. allı pullu şarkılar yapmak yerine bir söyleyip pir söylüyor... bu yüzdendir ki yıllardır hala elim grubun albümlerine gidiyor...

ne benzetildikleri oasis ne de weezer, travis kadar içten değil, yani kerameti "şu şudur" karşılaştırmalarında aramayınız. bunun yerine gözlerinizi magazine kapayıp kulaklarınızı dört açınız...

eğer "hangi sorudan başlayım öğretmenim?" diyorsanız da tavsiyem "the man who"yla açılış yapmanız. ne de olsa doğuştan huzur aramaya alışkınız... sonrası çorap söküğü zaten, başlayanın bırakamayacağı cinsten...

anlayacağınız travis "büyü de gel çocuk" demeye kıyamayacağınız ender gruplardan...
öylesine şirin, öylesine güzel ve öylesine bizim olan...

Hiç yorum yok: