29 Ocak 2007

Jarvis Cocker yine yapmış yapacağını. Yeni videosu Don't Let Him Waste Your Time'da bilgisayar oyunu GTA'yı kıskandıracak karelere yer vererek "Önümüze geçene bir tekme!" düsturuyla erkenden yılın en iyi kliplerinden birini çekmiş. Taksici rolünde izlediğimiz Jarvis'i Ankara etrafında da dolanırken görmek isteriz; üstü kalsın demeyen namerttir.

Gülmekten ve hayretlerinizden yere yapışmak için buyrun:


MUTLULUKTAN PATLAMAK

Çok çok heyecanlı bir mental yolculuk haberi aldım az önce. Cocorosie'nin yeni albümü The Adventures of Ghosthorse and Stillborn 10 Nisan tarihinde kulağımızda tınlamaya başlayacak!!

Bu masalsı isme sahip albümün üzerine peri tozu serpilmiş şarkı listesi şöyle:

1- Rainbowarriors
2- Promise
3- Bloody Twins
4- Japan
5- Sunshine
6- Black Poppies
7- Werewolf
8- Animals
9- Houses
10-Raphael
11-Girl and the Geese
12-Miracle

Albümün ilk singılı muhtemelen Rainbowarriors olacak. Bakalım bu gökkuşağı savaşçıları bu sefer bizi kalbimizin hangi köşesinden vuracak?

27 Ocak 2007

DANSIM GELDİ

2006'nın en ışıltılı grupları listemize Cansei De Ser Sexy (CSS) ile devam etmekteyiz. Sanmayın ki kasten bu liste fikriyle çıktım, aksine hepsi tesadüfi yazılar zincirine bağlı olmakla beraber geçen yılı son derece verimli geçirdiğimi görüyorum. Psikolog koltuğuna yatmış gibi konuşmayı keseyim de grupla baş başa kalalım biraz...

Brezilya'dan sadece sambacılar çıkmıyor haliyle, ancak onlar kadar renkli rock'çılar düştü piyasaya. Beş kız bir erkekten oluşan CSS'in isim babalığını Beyonce üstlenmiş. Portekizce'de "Seksi olmaktan yoruldum." manasına gelen grup ismi Beyonce'nin bir röportajında söylediği saçma cümlelerden yalnızca biri. Bu cümlenin IQ ile ters orantıya girdiğini farkeden Brezilyalı gençler kendilerine bu adı yakıştırmakta mahsur görmemişler elbette. Şarkılarına kulak kabartıldığında hicivsel yetenekleri daha bir anlaşılıyor.

İlk singılları "Let's Make Love and Listen to Death From Above" ile "Bu ne be?" dedirten, şaşırtan, sallayan, dans ve gıpta ettiren grubun birkaç kasa Red Bull içmeden sahneye çıkmadıklarını sanıyorum. Ayrıca şarkı ismindeki Death From Above'un da "Death From Above 1979" olduğundan şüpheleniyorum, doğrusunu bilen beri gelsin.
Bunun yanısıra "Tempo tempo forte!" hızında dilek turma şarkısı "Alala", gülmekten yerlerin tozunu aldığım "I Wanna Be Your J.Lo", ki nakaratı hakikaten Jenny From The Block'ın nakaratıdır, ismine kurban olduğum "Fuck Off Is Not The Only Thing You Have To Show" ve son olarak sarkazmın doruklarına ulaştıklarının kanıtı olan "Do you like the beach, bitch?" cümülünü içeren "Meeting Paris Hilton"a enteresan dans figürlerimle eşlik etmekteyim.

Ancak hepsi bir yana, gönlümün sambacısı "Music Is My Hot Hot Sex"tir. "Hobaaa, oturmaya mı geldik?!?!" temalı eser, bir yalnız gençlik mottosu olan "Music is my boyfriend/ girlfriend" dizeleriyle açılıyor. Her yabancı sözü çevirdiğim gibi bunu da çevirirdim ancak temel İngilizce'ye sahip olduğunuzu varsayıyorum ca'nım okurlar. Vuc yu dens? Ay lav yu.

Bir de eklemezsem taze karpuz gibi ortadan çatlarım. Öyle bir web sitesi yapmışlar ki mizah dergisi tadını oraya da yansıtmışlar. Yamuk yumuk İngilizceleriyle Japonya gezisi hakkında şöyle bir yorumları bulunmaktaydı: We eat a lot of Chinese food, of course it is only food there.
Aslında bakın benim cümlem hiç de yamuk değil, çünkü bu aklımda kalan ve düzeltilmiş hali. Site tamirdeymiş anacığım ben ne yapayım, onların ağzından dökülen gramersiz versiyonunu çekip çıkarmaz mıydım yoksa...

Neticede sabah öğle akşam alınacak, bağımlılık yaratmasından korkulmayan bir aksiyon şurubu var elimizde. Elemanlar seksi olmaktan yorulmuş olabilir ama enerjik olmaktan yorulmadıkları kesin. Sağlığına duacıyız.
Beyonce batsın be tatlım, bize siz lazımsınız!

22 Ocak 2007

BARSELONA'LIYIZ EZELDEN

Ormanda bir piknik? Gölün kıyısında saatlerce yürümek? Denize dalıp çıktıktan sonra üşüyerek kurumak? Barcelona hayali kurmak? Tek pakette hepsi birden, I'm From Barcelona geldi ha'nım!

Grup İspanyol falan değil, bir kere önce bu konuda anlaşalım dostlar. Aksine 29 kişilik bir İsveç ordusuyla karşı karşıyayız. Bir İngiliz dizisinde bulunan kahramanın sürekli olarak "I'm from Barcelona!" demesini gülünç bulan grup bu yaftayı taşımaya karar verince bilmeyeni yanıltan isim ortaya çıkmış. Bu kadar tırışka bilgi herkese yeter, şarkılara geçelim...

Bu İspanyol görünümlü İsveçlilerin en büyük silahı sözler. Ben ki bir söz aşığı, bir lirik dostu; grubu keşfettiğim şarkı We're From Barcelona'dan sonra hemen bu 29'luyu dikkate aldım. Albümleri "Let Me Introduce My Friends" ile biraz gospel iyimserliğine kaçsalar ve hatta su çiçeği ile ilgili şarkı yazacak kadar naif olsalar da (bkz. Chicken Pox) bu rahatsız edici değil. Aksine motto niteliğinde cümleler kurmayı başarmış bu komün insanlar. En komiği için ver örnek:

Collection Of Stamps (Pul Koleksiyonu)
İspanya'dan bir, Japonya'dan iki, İsrail ve Azerbaycan'dan ikişer, Çad'dan bir, Nepal'den iki, Hindistan ve Benin'den ikişer, Polonya'dan bir sürü, Sudan, Fiji ve Özbekistan'dan sıfır pulum var.

En doğrusu için verdim örnek:

Oversleeping (Biraz Daha Uyusam)
Pazartesi yine çok çok uyumuşum Umrumda değil, bugün pazarmış gibi yapalım...

Tanrım çok eğlencelisiniz! Bu kadar eğlenmeye alışkın değilim ben bilirsiniz...

UZUN UZUN SARIŞINLAR DÖKÜLÜYOR ŞARKILAR
BEN INDIE'YE DOYMADIM DOYSUN BRİTANYALILAR


Çift dikişli başlık sistemine geçişimin birinci gününü kutlarken fona Sheffield'ın ve bu Biritiş şehrinin yüzölçümü kadar büyük kalbimin nihai gözdesini yerleştiriyorum bugün: The Long Blondes

Sheffield ilginç bir yer; çocuklara küçükken nota yediriyor olmalılılar. Buradan çıkma Jarvis Cocker, Arctic Monkeys ve Screaming Mimi'nin ardından 2006'nın dördüncü leziz meyvesini veren The Long Blondes aslında hem müziğiyle hem de kıyafetleriyle 1956'dan ışınlanmış gibi. Kah Alfred Hitchcock sekanslarından gelme ürkünç müziklere kök salan, kah stratosfere tohum atan beşlinin müziği yeniden yayınlanmış taş plaklara benziyor.

Debüleri "Someone To Drive You Home" ile myspace'te gezinirken tanışmış idim; bu pamuk sesli vokalle süslenmiş arıza müziğin üstümdeki etkisi sağ gösterip sol vuran boksörler gibi sert olmuştu. O günden beri listemden eksik etmediğim grubun en etkili kroşesi Giddy Stratospheres, ironik kaygılarla süslü sözleri, su gibi kaygan söylenişi ve başta kopan alkışlarla gökyüzünün en üst katmanlarında ferah ferah nefes aldırıyor insana.
Diğer bir hitoğluhit Once And Never Again'de bizim "beşi bir yerde"ler "Allah Aşkına daha on dokuzundasın, erkek arkadaşa ne ihtiyacın var be kızım!" diye bağırarak tineyç rehberliği yapıyor bu sefer.
Seperated By Motorways ve Weekend Without Makeup da insanın kanını kaynatıp piste çeken şarkılardan. Birincisinde Thelma ve Louise hikayesine dem vurulurken ikincisinde "Çay demledim sana, ellilerden kalma bir ev hanımı gibi" dizesi çarptırıyor yüreği. Konu hazır filmlerden açılmışken son yıldızımızı da içinde ca'nım Edie Sedgwick geçen Lust In The Movies'e verelim.

Haydi kızlar haydi çocuklar! Silkinip kendinizi ritme verme vakti!
Hem kimbilir, Mart ayında İstanbul'a uğrayıp Indigo sahnesini ateşe verirler belki...

21 Ocak 2007

ANKARA'DAN

İnsanın tanımadığı gruplar hakkında ahkam kesmesi, "Bu böyle olmuş, şu şöyle olmuş." diye liste tutması ne kolaymış. Bugün işim çok zor... Yıllardır dinleyip son 365 günlük dönemde her hafta yoklama verdiğim dörtlünün albümü bugün itibariyle elimde duruyor ve onlar bana ne kadar şarkı çalmışsa ben onlara o kadar çok kelimeyle teşekkür etme dileğindeyim şimdi. Yeni yılın beklenen hediyesi; karşınızda Zakkum ve Zehr-i Zakkum hikayesi...

Baştan belirteyim, objektif parmaklarım her an zıt yöne kayabilir ve ben kendimi övgü dolu tamlamalar içinde bulabilirim. Ama besmele çekip sağ ayakla ilk şarkıya bir giriş yapıverelim: RNDG. Bu sessiz harfle kaplı şarkının ismiyle alakasız bir gümbürtüsü mevcut. Grubun albüm öncesi sahip olduğu ve birçok kişi tarafından tanındığı isim Raindog'a gönderme nitelikli enstrümantal şarkı albüme "Sleeping With Ghosts"vari bir giriş kazandırmış; Cem Senyücel imzalı sert davullar, Eren Parlakgümüş ve Emre Yılmaztürk imzalı sert parmaklarla vurulan notalar "Dakika bir gol bir!" dedirtiyor insana.

İkinci şarkı albümün kliplenmiş çıkış şarkısı Ah Çikolata. Kaç yüzyıldır bu şarkıyı ezbere söylediğimi bilmiyorum; bununla çıkmaları gerekir miydi onu da bilmiyorum. Fakat eğer pelüş tüyleri arasında bol makyajlı grup elemanlarıyla karşılaşmak ve hatta vokalist Yusuf Demirkol'u çikolatalara bulanmış beş yaş çocuk vaziyetinde görmek bile beni gülümsetebiliyorsa o zaman yukarıda bahsettiğim sübjektifliğe kayma alanına girmiş bulunmaktayım demektir.

Üç numaramız Ahtapotlar. "Ne ahtapotu, kim kime sarılıyor?" dedikodularını geride bırakalı çok oldu. Kayıtta Yusuf'un “Seda Sayan "r"leri”ni üstüne basa basa söylemesi ("krrrrravatımı" gibi) enteresan. Ve fakat "el ele" verip bağrımıza basıyoruz yine de. Zakkum tayfası arasında ismi "Ahtopatlar" olarak geçen şarkının ikinci klip şarkısı olacağı müjdesini de verelim bittabi.

Dört: Ağlat Beni. Bahse girerim Raindog'la daha önce tek gecelik ilişkisi olmuş insanlar bile bu şarkıyı sevmiştir. Gerek cam kesiği sözleriyle gerekse yeni düzenlemesiyle yine üst sıralardaki yeri değişmedi gönlümde. Biz kendimiz yapamadık, bir ara uğrayın da yeniden ağlatın bizi!

"Beş beş beş" nidaları arasında işte size beş numara: Albüm adı,albümün en güzel baladı, yeni düzenlemesiyle kendini eskisinden bin kat daha fazla dinletecek şarkı Zehr-i Zakkum. Teoman'ın geri vokali üstlendiği şarkı özellikle nakarat kısmında böğre koca bir bıçakla imzasını atıyor. Aynı şarkının Fungu grubundan yakında sıkça adını duyacağımız Zeynep Kaya'lı versiyonu ise albümde Zehr-i Zakkum II adıyla can bulmakta... İkisi de evladımız, ayırt edemiyoruz...

Bir sonraki şarkı Erkek Adamsın, baterist Cem Senyücel'in kendine ithaf ettiği bir eser olsa gerek; zira adını duyar duymaz "Bu Cem'in şarkısı!" demiştim ki sözleriyle birleşince hiç de yanılmadığımı anladım. Seyyal Taner'in nakarat kısmında pek seksi bir vokalle cirit attığını da eklemek lazım. Son kıt'ayı oluşturan "Bir gün gelip çattığında, Bileğimi kesecek bıçak, Ama tek damla kan akmayacak" dizeleri biraz Coldplay'in Yellow'unu andırsa da şarap kadehlerini devire devire bu düete eşlik etmekteyim şu saniyelerde...

Kapat Perdelerimi için tek bir alıntı: Her doğum günümde neden bir yaş küçüldüm?

Hebenneka ise eski düzenlemesiyle Athena'nın ilk dönemlerini andırıyor olsa da albüm versiyonu son derece değişik düzenlenmiş bir hoppidi hoppidi şarkısı... Araya sızan saksafonun cazibesi sözlerin sokak kızı havasıyla bütünleştiğinde bir dans partneri aramaktan başka çare kalmıyor insana. Bozulduğum tek nokta "Herkese verme gönlünü ayıp olur!" kısmında "verme"den sonra verilen es'in gitmiş olmasıdır. Artık kimse vermiyor şarkıda, halbuki kırmızı ruj bile sürmüştü şarkının teması...

Yaralısın yine eskilerden aşina olduğum bir şarkı; ancak paylaşmaktan yorulmam. Yalnızlığın iç daraltıcı, huzurdan uzaklaşıp rutine dönmüş gerçekliğini, İstanbul kadar yorgun olmanın manasını, unutulmanın aşinalığını anlatan sözlere fon olarak düzensiz notalar seçilmiş. İyi ki de seçilmiş. Dokuz numaraya dokuz puan!

10'da Anlıyorsun bulunmakta ama onu göz ardı edilmekten kurtaramayacağım sanırım. Arkasından yeniden Zehr-i Zakkum gelince dikkatim dağılıyor zira. Siz yorum yapıp bana gönderin, ben de emme basma tulumba gibi kafamı sallayım iyisi mi...

Son şarkı Hipokondriyak albümün kalbidir. Tüm albümü 100 kez dinleyeceksem bu şarkıyı 1500 kez dinleyeceğimdir. İsmini ilk duyduğumda "Nereden buldunuz bu ismi, tıp sözlüğünden mi?" diye ukalalık ettiğimde Yusuf "Sen en çok bunu seveceksin" demişti. Yüzü ak çıktı.
Kargo'ya ait Bad'lik Amiri tadında giden şarkıda ilk saniyeden son saniyeye kadar sessizce sayı sayan vokalimiz, üste müthiş Cem Senyücel sözleri döşemiştir. Hani bir iki dize alayım bu melodikadan, koyup yazıyı güzelleştireyim diyorum ama seçemiyorum seçemiyorum! Sadece Eternal Sunshine Of The Spotless Mind görüntülü Paranoid Android tadında akla işlediğini söyleyip susuyor ve yeniden "repeat"e basıyorum.

Ankara'nın havasını suyunu solunabilir ve içilebilir kılan bir elin parmağı unsurdan biriydi benim için Zakkum. Şimdi bir süreliğine sahneden olmasa da beyaz camdan izleyeceğim kendilerini ama olsun. Canımız sağolsun, yolları açık olsun.

Ellerinize sağlık Yusuf, Cem, Eren ve Emre. Bunu rafa koyarken on yüz bin milyon albüm daha bekliyorum.

15 Ocak 2007


POPÜLER KÜLTÜR ÖPSÜN SİZİ

Arkamdan toplu halde su döktünüz herhalde pek sevgili okuyucular; tez gittim tez geldim ve şimdi sizlerle dün geceki Art Brut konserini paylaşma zamanı...

Babylon'a "Geç kaldık!" sızlanmalarımla girdiğimizde saatler 23.02'yi gösteriyordu; ancak konserin belirlenen saati 23.00 ise de bir punk grubundan dakik olmasını beklemek küfür niteliğinde olsa gerek. Yine de erken giden Harun İzer'in şahane setiyle yol aldı; geldi The Long Blondes'lar gitti Lcd Soundsystem'lar...

Saatler 23.50 küsürken sahnede beklenen beşli belirdi. Ama kendilerini dörtlü olarak gören gözlerim basçının varlığını sorgulamadı bile. Konser bitiminde "Basçı, kız çıktı be!" diyen arkadaşıma "Hangi basçı? O yoktu ki!" tepkisini vermiş olup yine de konser sırasında içimden "Ne güzel bas sesi" diye geçirmemiş değilim; birkaç kadehçik (!) içkiye atıyorum suçu...

Basçıyı görmemiş olabilirim, ama kalan üyeleri dikkatle izledim ve kendilerinin insan içine çıkması için birer izin kağıdı almaları gerektiği konusunda iddialıyım. Vokalist Eddie Argos'un Alman kasap tipinde olduğunu belirtelim öncelikle. Görmemiş olsam da konser esnasında ayakkabısını çıkardığını duydum ayrıca; çorapları da delikmiş. Bir çubuklu pijaması eksikmiş zannımca. Bir de şeker küpü bateristin eziğin önde gideni olduğunu da söyleyelim; bateriyi ayakta çalmış olabilir ama gömleğini pantolon içine sokmasıyla haftanın en rüküşleri arasında yerini aldı. Gitaristleri saymıyorum bile; Robert Smith saçlı olanın sesi de kötüydü zaten.

Şekillerine "dışkı" atmış olabilirim ve fakat bu demek değil ki konser kötüydü. Aksine 40 dakika sürmüş olsa da şarkıların kısa oluşuna bakarsak normal ebatta 2 saat süren bir konsere denk geldiğini söylemek lazım. Formed A Band'le başlayan konser Bang Bang Rock'n Roll ile devam ettikten sonra yeni şarkılara geçen gruba bir adet tam teçhizatlı pogo grubu eşlik etti. Bir ara şiddetle pogo yapanlardan biri bana dönüp "Aaa şarkıları biliyorsun sen!" dedikten sonra ekibin ne amaçla orada bulunduğunu da anlamış oldum. Tribün amigosu gibi sırtlarını sahneye dönüp zıplamaya gelen bu şahıslara önerim şudur: Gidin bir trambolin kiralayın!

Ayrıca vokalistin her "The next song is a love song" deyişinde Emily Kane diye bağırmamdan sonra dönüp alaycı bir suratla "This one is not Emily Kane too!" (Mimikli Türkçesi:Bu da Emily Kane değil, şiştin mi şekerim..) demesi kalbimi kırdı. Sonradan çaldılarsa da bu kez şarkının en güzel kısmını unuttu kafası bizimkinden de bir milyon Eddie. Zıkkım içesice!

Konserin en güzel kısmı Bad Weekend idi elbette. Neden? En sevdiğim şarkıları bu olduğu için... "Popüler kültür bana uymuyor artık!" diye bağırırken ses tellerimi ameliyat masasına yolladım; hala dönmediler.Ayrıca Moving to L.A de oldukça iyiydi. Hemen bu şarkıdaki Morrissey göndermesi ardından gelen "There Is A Light That Never Goes Out" ve biraz öncesinde mırıldanılan "Leaving On A Jet Plane" ise güzel mi güzel sürprizleriydi gecenin...

Son olarak Art Brut'un eğlendirmesine rağmen buldumcuk olduğunu söyleyeyim.İşte egosu pompayla şişirilmiş Argos'un konser boyunca yaptığı şebekliklerden bir demet:
Biz asi gençliğe "Çocuklar" diye seslenmesi, orada burada bir numara olduk diye beş şarkılık süre boyunca konuşması (Gerçi "Disneyland'de bir numara olduuuk, SSCB'de bir numara olduuukk!" nidaları komikti.), Babylon'da etrafı dolaşa dolaşa her biten ilişkisini anlatması (O tiple yenisini bulduğuna şaşmalı) ve sürekli "Buradan çıkınca gitarınızı kapıp bir grup kurun!" diye çığırarak kendisini Sex Pistols zannetmesi... Geçelim bunları dostum; hepsi 1975'te yapıldı zaten.

Sözün özü dans da ettim küfür de! Kaçıranlar utansın ama kaçırmayanlar da üzülmesin. Tekrar gelirlerse "ancak" bedava bilet aracılığıyla, o da "belki" gidebilirim; ama gidersem de yine eğlenirim!

12 Ocak 2007

GELDİ GİTTİ

Yıl bitmiş yıl başlamış, benim hala kelime yazmaya vaktim olmadı. Mahcubum sizlere karşı...
Ama gönül istedi bir konsere gidelim hazır İstanbul semaları Art Brut'le yankılanacakken! Ve aldım bileti, yola koyuluyorum birazdan...

Siz sayfalarda kendi evinizmiş gibi dolaşın tabii. Dönünce anlatacağım tüm dedikoduları...