30 Haziran 2008

ARCTIC MONKEYS - D IS FOR DANGEROUS

Sevgili Hakan,

Yeni nesil ne tuhaf. Bir davul bir mikrofon alıp garajlarında müzik yaparken eski neslin sahil kenarı gitar şarkısı "Akdeniz Akşamları" modundan oldukça uzaklaşmış bir yaratıcılık sergiliyor gençler. Tamam, hepsinden yetenek fışkırıyor demiyorum ama fışkırandan da tonla hit çıkıyor. Bu Arctic Monkeys kaç yaşında ulan! Kıskançlığım tavan yaptı yine. Ama yiğidi öldürüp hakkını yemeyelim; bu sefer sadece boy olarak değil aklen de uzamış bizimkiler. Büyümüşler abisi büyümüşler! Eskiden kızlar da kızlar derken artık ne giydirmeler yapıyorlar siyasilere bir bilsen...

Şimdi debüden çok farklı sularda yüzen fakat yine kendisine aşık eden yeni albümden yazacağım altı şarkıyı herkesin beynindeki hard disk'te tutmasını tavsiye ederek senin de bu maymunların ülkemizi tavaf etmesi için daha çok duada bulunmanı, bilumum ağaca çaput asıp dilek tutmanı diliyorum.

Al bakalım:

Brianstorm: Eğer yeni albümünüz için millet siyah kuşağını kuşanıp saldırmayı bekliyorsa üzerinizde atmosferik bir baskı olması çok doğal. Önünüzdeki şıklar muhtemelen şunlar: Eski albüme çok yakın durup "eh işte" yaftasını kabullenmek veya yepyeni, şaşırtıcı bir çalışma yapıp övgüye de yergiye de hazır olmak. Brianstorm çıkış şarkısı olarak seçilirken belli ki ikinci şık dolu dolu işaretlenmiş. Sözler yine oldukça ironik ve komik, Brian denilen afili Vogue kapak modeli profili alabildiğine başarılı, ritim debüdeki şarkılardan farklı fakat yine Fatboy Slim klibindeki tuhaf danslara meyil verici ve hiphop kliplerinden alışık olduğumuz kızlarla dolu klibi de çok zekice... Neticede Brianstorm benim açımdan albümün "şimdilik" en başarılı şarkısı.

Teddy Picker: Albümün siyasi soslara bulanmış kısmı! Çocuklar büyüdüklerini kanıtlarcasına politikaya dalıp "Her şey eşit derken neyi kastediyorsun yahu?" diye soruyorlar etrafa. Şarkıda "bollocks" deyişiyle geçen Sex Pistols göndermesi bu zincirin asi halkalarından sadece biri. "Sizin gibiler etraftayken kim başa geçmek ister ki?", "Poz kesenlerin savunucusu olmaya yemin ettirdiler bizi" gibi keskin sözler de cabası. Eh benim başbakanım Tony Blair olsa ben de çekerim isyan bayraklarını. Gerçi... Neyse...

Balaclava: Öncelikle adı nedeniyle kendisine "Baklava" olarak hitap ettiğimi söyleyeyim de içimde kalmasın, evet iğrencim ve bunun farkındayım. 28. saniye dolaylarında giren gitar riff'iyle insanı coşkudan sapıttıran Balaclava (biz Türkler "kar maskesi" diyoruz kendisine) bir adet hüzünlü reddedilme hikayesi. Ve fakat içinde bundan çok daha ötesi gizli, çünkü bu meret birkaç şarkının kesip biçilmesiyle oluşmuş gibi. Kah sade bir davuldan ibaret oluyor, kah araya hızlı gitarlar giriyor, e sahneden çekildikleri anda vokal değişiyor, davullar hızlanıveriyor! Hele bir yerde şarkı takılmaya başlayıp ha babam cızırtı çıkıyor ki "Ay ay ay mp3'üm çizilmiş galiba!" gibi saçma tepkilere itip gafil avlıyor topumuzu! Bu kadar malzemeden üçüncü albümü çıkarabilecekken tek şarkı yapmışsınız, aferin. Franz Ferdinandgiller sizi...

Only Ones Who Know: Alışık olduğumuz Arctic Monkeys imajını bir kez daha yerle yeksan ederek balad yapmayı başaran tazelerin bu şarkısını kabullenemedim bir türlü. Ondandır ki istemdışı olarak sona attım, tıpkı vakti zamanında "yine" Franz Ferdinand - Eleanor Put Your Boots On'a yaptığım gibi. Ama üzüldüm de, belli ki pek acı çekmişler bunu yaparken çünkü. Örneğin "I bet the Juliet was just the icing on the cake" veya "They made it far too easy to believe that true romance can't be achieved these days" gibi dizeler boğazda koca koca yumrular bırakıyor. Ancak her an hızlanacakmış gibi duran şarkı öylece bitince benim de savunmaya yeltenecek gücüm kalmıyor. Nazarlık deyip geçelim iyisi mi...

If You Were There, Beware: Drakula mizanseniyle tüyler ürperten bir isme sahip IYWTB. Fakat melodinin girmesiyle beraber yine eskisinden farklı bir ortamda salınırken buluyorsunuz kendinizi. "There's a circle of witches, ambitiously vicious they are" gibi yarasa kanatlı sözleri ve akılda kalıcı riff sayesinde liken gibi belleğe yapışmasıyla günümüz gençliğine fena çektireceği belli olan şarkı favori kabuslarımız arasında açık ara en önde gidiyor.

The Bad Thing: 50 Cent olmuşlar ha ha ha! diye paragraf açarken hemen belirteyim: Bu şarkıyı ne zaman dinlesem bariz bir "rock'n roll with hiphop soul" havası çarpıyor kulağıma. Ancak sözlere bakınca "Çıkar alyansını kötü çocuk, çıkar da gör başına gelecekleri!" diyerek çivisi çıkmış kulüp ortamlarından, elleri milletin cebinde dolaşan eller havaya insanlarından yakınıyor bizim çocuklar. Henüz bulundukları yere Demet Akalın veya Arto uğramamış belli ki, yoksa "The Worst Thing, Aman Tanrım, Cizıssss! şeklinde yeni bir eser de çıkabilirmiş kendilerinden. Siz siz olun aldatmayın sevgilinizi, yazık be...

***********

Sevgili Ezgi

Şu son bir haftadır içim içime sığmıyor. Evde,otobüste, her yerde hop oturup hop kalkıyor, gülerken düşünüyor, adeta kocaman bir histeri yaşıyorum. Arctic Monkeys denen mahşerin 4 atlısı son sürat üstümden geçip duruyor. Elimden yollarına halı olmaktan başka hiçbirşey gelmiyor. Keşke ilkine göre çok daha oturaklı ve ne istediğini bilen bir hal almış bu çocukların nasıl böyle hinliklerle dayanıp döşendiğini anlatabilsen bana. Ve biliyor musun? Bütün bunları yaparken en sert hallerinde bile arkalarında tini-mini popüler notalar gizliyorlar. "İlk albümün ardından" adlı bulaşıcı, tehlikeli ve de öldürücü virüs yanlarına uğramamış sanırsam. Kılık kıyafetlerinde pek bir değişiklik yok gibi gelsede dikkatlice bakıldığında detaylardaki değişimler göz kamaştırıyor. Sergiledikleri en bıçkın hallerinde bile pek popüler melodiler çıkarıyorlar. Satır aralarında boylarından büyük işlere bile kalkışmışlar. Allah vergisi ritim duygularını da işin içine kattığımızda neler neler çıkmış ortaya. Ahh bir görsen..

Hörmetlerimle..

D Is For Dangerous: D ne içindir bilemem. Buna onlar karar versin. Fakat görünen köy itibariyle yeni bassçımız, Andy Nicholson’un yerini fazlasıyla doldurmuş bulunmakta. Hepimizin en favori kabusu vardır genelde, en favori rüyamızı yaşarken bile kafamızın bir ucunda sallanan.. Sayın Turner, burada yaşadıkları jet-set yaşam tarzından 2 dakika 20 saniyeliğine olsa da kaçış planını kafasında kurmuş ama güvenlik duvarını aşamamış gözüküyor.

“He knew what he wanted to say
But he did not want to word it
The dirty little Herbert
Was thinking an escape
But the place was well guarded”

derken bunu kastediyor zannımca. Sonra “D is for delightful, And try and keep your trousers on” der bir amcaları aradan. Bütün o groupilerinin üzerinde kullandıkları alet ve edevatlarını kastederekten. Kimi gençlerimiz ise bu şarkının ayrılan basçıları Nicholson’un yaşadığı buhranın üzerinde yoğunlaştığını söylüyor. Şarkı ise gayet hoppa olmakla beraber, davul ve basın enfes dansı gözleri kamaştırıyor.

Fluorescent Adolescent: Karşımızda büyük ihtimalle en büyük 2. single aday adayı bulunmakta. Yapı itibariyle Arctic özütüne bağlı gözükse de ufak kaçamaklar peşinde koşan bir şarkı bu. Tıpkı cümlelerinin hitap ettiği bayanın “x” grup üyesiyle yaşadığı aşktan bunalıp yaptıkları gibi. Eskimeye yüz tutmuş bir ilişki mevzu bahis bu hikayemizde sanırsam. “You used to get it in your fishnets, Now you only get it in your night dress” ile neydik ne olduk der gibisinden bir hava soluyorum. Zamanla kara delikler içinde dolaştıkları,herşeyin bir alışkanlıktan ibaret olduğu,”ahh eski güzel günler” dedirtecek cinsten dışkımsı kıvamında bir ikili ilişki. Müzikal yapısı ile Mardy Bum’ın eşiti kıvamında. Pek başarılı,hatta kendileri çıkarılan en iyi işlerden biri FWN’de.

Do Me A Favour: Sıra geldi bu altılıdaki bankoma. Hınzır başlangıcına kanıp birkaç saniye sonra Alex’in kırılgan sesiyle karşılaştığımda şaşırıyorum. Nen var evladım? demeye kalmadan başlıyor içini dökmeye. Gün aşırı bir ayrılık hikayesiyle karşı karşıyayız sanırsam. Ardından hala ne olduğunu anlayamayıp afallayıp kalmış gencin kafasındakilerle baş başa kalıyoruz. Unutmamalı ki hala çocuk sayılabilecek bir yaşta dörtlümüz. Müzikal anlamda ne kadar oturaklı olurlarsa olsunlar liriklerde hala kalbi kırık bir çocukla karşılaşabilmek mümkün.Benim diğer bir teorim ise belki de hiç başlamadan bitmiş bir ilişkiden söz ediyor oluşudur Alex’in (It's the beginning of the end). Mardy Bum’daki kızla aynı şahıs olması kuvvetle muhtemel.

This House Is A Circus: Çözülmeyi bekleyen türlü delilik ve vukuatla dayanıp döşenmiş bir oda var.Ve bu odada Arcticler belki de kariyerlerinin en gaz parçasına imza atıyorlar. Yerimde duramıyorum. Elimi kolum bağlayın. Dizginleyin beni. Ezgi’nin de bahsettiği gibi kendilerine has olan riff ve melodi yapısı kılıcını kuşanmış kovalıyor adeta. Piyasanın çok katı özgünlüğündeki riffler güçlerini birleştirip “kartal vuruşu” yapıyor. 01.15 itibarı ile yerinde oturmayı başarabilenin elini ayağını öperim. Il Magnificento!!!!

505: En vurucu kısmı en sona saklamışlar. Albüm boyunca geriden geriden titreşen klavyeler bu şarkıda kendini en öne fırlatıyor. Bu şarkıyı dinlediğimde kendilerini ilk keşfettiğim zamanki hissin aynısını yaşadım sanırım. Öyle bir şarkı ki bu albümden bariz farklı bir tebessümü var. FWN’de kendi sınırlarını fazla aşmadan sergiledikleri deneyselliklerinin en güzel örneği 505. Alex’in demesine göre bir turne sırasında o zamanki kız arkadaşının kaldığı otel odasının numarasıymış bu. “In my imagination you're waiting lying on your side,With your hands between your thighs” derken hayal gücüne haran bıraktırıyor Alex. Bir an önce yanına dönmek istediği darlin’i şarkının ana teması. Ve bu darlin’ kanaatimce Arctic’in en güzel slow’unu yazmasına ön ayak oluyor. Perfekto!!!

Old Yellow Bricks: Brit ödül törenini izleyenler Maymunların kılıktan kılığa girdiğine tanıklık etmiştir. O kılıklardan biri de The Wizard Of Oz’daki şahıslardan birine aitti. Şarkıda ise yolları serptikleri ekmek parçalarını dikkatlice izleyip ola ki kaybolmazsak aynı filmden kalıntılarla karşılaşmış oluruz. Acaba filmde ki Yellow Brick Road’la bir alakası var mı şarkı isminin? Ya da adı geçen Dorothy (But Dorothy was right though) filmdeki Dorothy mi?Çok fazla mı saçmaladım yoksa? Yoksa bu satırlar sayın editörümce sansürlenecek mi? Ayy yayyy. Houdini gibi “abra kadabra”mı yapıp kayboluyorum gözlerden ben.


Hakan & Ezgi Sobermag 22.7.07

KINGS OF CONVENIENCE - RIOT ON AN EMPTY STREET

Hey sen okuyucu, elindeki kahveyi bırak! Televizyonu kapat! Arkadaşınla sohbet etmeyi kes! Dinle beni çünkü bu konu çok önemli. Şimdi MP3'lerini, CD’lerini, plaklarını karıştırıyorsun. Riot On An Empty Street'i bulup çalmaya başlıyorsun. Yoksa indiriyor ve üstteki eylemleri birebir tekrarlıyorsun. Aferin, artık yazıyı okuyabilirsin.

2004 çıkışlı alamet-i farikanın her milimetrekaresinde KoC doğallığı mevcut. Tabii kulağını fazla çalıştırmış her bireyin bildiği gibi imaj hiçbir şeydir, doğallık her şey. Bu durumda lekesiz aklımızda sonsuz gün ışıkları doğuran yumuşacık melodiler ve aynen paket lastiği gibi basit fakat fena acıtan sözlere bakacak olursak bu doğallığın otobüs durağı gibi her köşede bulunduğu söylemek hatalı olmaz. Tabii benim betimleme konusunda çığır açtığımı söylemek de aynı kapıya çıkıyor.

Caddede şöyle bir turladığımızda çayır, çimen, bahar dalı ve piknik şarkısı gibi görünüp derinde bir ayrılık bestesi besleyen ve göz pınarlarını şelaleye çeviren Misread, Feist'la yapılan ve bir dönem hayatımı kaydırmış olan "öylesine basit işte" şarkısı Know How, soğuk İskandinav ülkelerinden gelen sıcacık aşk ezgisi Surprise Ice ilk defa bir yazıda ismimi kullandım ve üstelik Kuschel Rock serisi reklamı gibi oldu), yardım çağrısı nitelikli hapishane şarkısı Sorry Or Please, adalardan bir yar gibi gelen Cayman Islands, havada altın rengi ışınların süzüldüğü ve yanakları sıkılası piyanonun hüküm sürdüğü Gold In The Air Of Summer, ve yaz şarkım, kış şarkım, kar şarkım, kiraz şarkım, hüzünlü dans şarkım I'd Rather Dance With You.

Fark edebileceğin üzere Riot On An Empty Street ile ilgili bir tane bile objektif yorumda bulunamam çünkü hayatımı karıştıran albümden bahsederken elbette geçmişimin film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmesi normal. Kapağından tut da içindeki her harf vuruşuna dek albümü hayati bir organım kadar sevdiğim de sizin için hastalıklı gibi görünse de benim için “yine” normal. Ama içim rahat çünkü yalnız olmadığımdan eminim; dinleyen herkesin Kings Of Convenience ile bacı, kardeş, emmioğlu olduğu tecrübeyle sabittir, bilirim.

Bir gitar ve bir piyanoyla neler yapabilirsin? Beni aynı anda gülümsetip ağlatarak Mona Lisa'ya dönüştürebilirsin.
Şimdi ise albümü sonuna kadar dinleyip hayallerine yenilerini ekleme vakti senin için!


Sobermag - 15.7.07
LAURA VEIRS - SALTBREAKERS

Desperate Housewives'taki Wisteria Lane mahallesinde ikamet eden, dört beş çocuk annesi kütüphane müdürü kılıklı Laura Veirs yeni albümüyle yine yapacağını yapmış ve bizlere muazzam bir sofra hazırlamış. İçinde uzay soslu keklerden tutun da deniz suyuyla pişmiş köftelere dek her çeşit lezzet mevcut... Üstelik bu pastaları hazırlarken mutfakta biri daha var. The Decemberists'ten kopagelen Tucker Martine.

Saltbreakers ismini bir çeşit deniz dalgasından alıyor ve albümün tamamında su imgesi mevcut. Zaten Laura'nın da belirttiği üzere deniz ve gökyüzü onun başlıca ilham kaynakları. Hem albüm isimlerine bakınca, örneğin Year Of Meteors'taki gökyüzü imgesi gibi, kendisine obsesif etiketini yapıştırmak mümkün.

Ama kim şikayet ediyor ki? Altı yılda beş albüm çıkaran bu kalem eteklinin bir tane falsosuyla karşılaşmadım. Üstelik Saltbreakers'da dalgaların fısıldadığı sözlere baktığımda yine eksik bir parça göremiyorum. Hatta utanmadan bu albümü "trulymadlydeeply" sevdiğim Year Of Meteors'la eş tutabiliyorum. Gerçek halet- i ruhiyemi duymak ister misiniz? Playdoh hamurlarını evirip çevirip yıldızlar yapasım, pamuktan bulutlarımı gökyüzüne asasım, elma şekeri ağaçları dikesim geliyor Lu’nun sesini duyduğumda...

Albümde bir kere Saltbreakers kesinlikle dinlenmeli. Dalga sesleriyle süslü, bol vokalli şarkıda öyle bir nota dizimi var ki sırıtmaktan çenem ağrıyor. Laura korosu her "underwater, underwater, underwater girl!" diye seslendiğinde tüpsüz dalış yapmaya can atar konumda buluyorum kendimi. Geçen hafta Hakan'ın Le Grand Bleu yazısında geçen Jacques olmak, olmadı japon balığı gibi süzülmek istiyorum. Pink Light isminden dolayı pek sevimli bir hediye paketi gibi dururken, kurdelelerini çözdüğümüzde hüzünlü bir mektup geçiyor elimize. Sevgilisini terk etmiş kadının gün doğumundaki pembe ışığı keşfetmesini anlatan şarkıda "Oh, how now the cold seeps in, oh" diye bir dize var ki nasıl becerdiğini bilmiyorum ama sayesinde bir yerlerden soğuk hava giriyor odaya.
Cast A Hook In Me'de kekremsi sözler dökülüyor Laura'nın dilinden, To The Country'de her şey değişir be gülüm diyor. Don't Lose Yourself ise.. Ahhh.. Nefes gibi bir şiirden ibaret. Plath kokusu var havada.

The romantic air of your eye patch
Called me across the room
I clung there and I danced with your silent
Admired your divine tattoos

Bu çatlak kadının gözlükleri ardında göz yerine kaleydoskop taşıdığına yemin edebilirim. Çünkü o dünyayı herhangi bir "homo sapiens"ten farklı görüyor; hepimizi ya çoook yukarıdan ya da çoook derinden izliyor. Bugün pofidik bir bulut üzerinde yeni şiirlerini yazarken size de bir mesaj yollamayı unutmuyor: Denize dalıp kurulanmayınız, sonsuza dek tuzlu kalınız.


Sobermag - 15.4.07
FUJIYA & MIYAGI - TRANSPARENT THINGS

Çekik gözlü olmayıp kendine Japon süsü veren insanları bilir misiniz? Benim tanıdığım biri yerli ikisi yabancı üç isim var. Queens Of Japan, Fujiya & Miyagi ve Bülent Ersoy. Bugün ortanca elemandan bahsedeceğim, diğer ikisini bilahare anabilirim.

Fujiya & Miyagi Japon kültürüne hayran iki Britanyalı. Nüfus cüzdanlarında Steve ve David yazan ikilinin kurduğu grupta bir de Matt Hainsby bulunmakta fakat kendisini neden anmıyorlar bilemeyeceğim. Oysa ki Fujiya & Miyagi & Jin gibi bir isim fena olmazdı. Lost çamuruna bulandığımdan Jin harici bir Japonik isim bulamamam da ayrı bir mesele tabii.. Grubu yetmişlerden etkilenmiş elektronik akıma dahil edebiliriz. Zaten sevdikleri isimler arasında bu dalın en hoş kokulu çiçeklerinden (iğrenç benzetme ama n’apalım) Can ve Kraftwerk görülüyor. Bunun haricinde listelerinde Serge Gainsbourg ve zevcesi Jane Birkin, Bowie, The Velvet Underground ve Will Oldham'dan tutun da Prince ile Aphex Twin'e dek geniş bir Japon işi yelpaze mevcut.

Bu kadar laftan sonra iyisi mi 2006 çıkışlı şeffaf tül kıvamlı albümleri Transparent Things'e geçelim. Bu uzunçalar aslen konsept bir çalışma. Alışveriş merkezinden ne var ne yok alıp tek tek şarkı ismi yaptığınızı düşünün. Fotokopi makinesi, silindir, kaset, Reebok ayakkabılar vs... Tabii bu kategoriye dahil olmayan köprücük kemiği, bilek burkulması gibi tıbbi hadiseler de yok değil. Saçma gibi görünebilir ama dinleyince daha çok "Yuh, bu nasıl gelmiş akıllarına?" diye düşündürdüğü için albüm hem farklı bir yerde duruyor hem de insanı dart yapıp tam ortasından vuruyor.

Bi kere çok eğleniyorsunuz! Örneğin az önce bahsettiğim tıbbi şarkı Collarbone'da Japon'dan modifiye gençler müthiş bir vücut haritası çiziyor bize. "Ayak kemiği bilek kemiğine bağlıdır, bilek kemiği incik kemiğine, incik kemiği diz kemiğine, diz kemiği uyluk kemiğine, uyluk kemiği kalça kemiğine, kalça kemiği bel kemiğine, bel kemiği köprücük kemiğine, köprücük boyun kemiğine, boyun kemiği kafatasına..." Sözlere bakınca yüzünü ekşiten varsa gelir limon gibi sıkarım kendisini. Çünkü bu şarkı steril iplerle kendisine dikiyor insanı. Eh anlamadınız mı? Belden aşağısını kastetmesinin nedeni "Siz hala dans etmiyor musunuz?" diye sorması.
Yine bir Ankle Injuries var ki sayesinde ha babam tekrarlanan Fujiya ve Miyagi isimleri eşliğinde egzersiz yapıyoruz. Gittikçe artan temposuyla şarkı twistten başka şans bırakmıyor insana. Elektroniğin en sevdiğim kısmı da bu zaten, vücut her halükarda hareket etmeye hazırlıyor kendini. Dinlemenizi salık vereceğim diğer şarkılar "I look through transparent things and I feel okay" sözüyle kalbimi çalan Transparent Things, "Just pretend to be Japanese" cümlesiyle grubun nihai amacını özetleyen Photocopier, kulaklık mekanizmasını anlatan In One Ear & Out The Other ve seksenlere göndermede bulunan Casettesingle.

Aslında konsept albümlerde bir şarkıyı diğerinden bağımsız addetmeyeceğimiz için siz iyisi mi sırasını bozmadan bu albümü "kaset" mantığı ile dinleyin. Bakın ben kefilim. Sevmezseniz mail atın, hemen evinize saatli bomba göndereyim.


Sobermag - 8.4.07

YOKO ONO - YES, I'M A WITCH

Yoko Ono'nun bünyemize bıraktığı tarifsiz sancılara yenileri eklendi. Kah Courtney Love misali halen kocasının adından geçinmesi, kah kendini masum geyşalar gibi gösterip yılan kıvrılmalarına sahip olmasıyla ezelden beri hazzetmediğim Ono, önce Şubat’ta gelen Yes, I'm A Witch ve ardından Nisan 24 çıkışlı görünen Open Your Box adlı iki yeni remiks albümüyle yapmaması gerekenler listesine iki yeni çentik atıyor. Bu liste öyle bir dolu ki My Name Is Earl'deki Earl listesini alışveriş listesi kadar masum kılabilecek nitelikte.

Sözü kıvırmadan hemen söyleyeyim: Olmamış! Şimdi bunun nedenlerini inceleyelim.

Bu albümlerde yeni şarkıdan ziyade Yokono'nun eski şarkılarının başka isimler tarafından vokallenmiş remiksleri bulunmakta. Bu misafirlere baktığımda gözlerim ışıldıyor aslında. Yes I’m A Witch cephesinde Manifestocu kızlar topluluğu Le Tigre, arıza manyak Peaches, mega süper ses Cat Power, bir süre aklımı fena halde meşgul etmişliği bulunan The Apples In Stereo, şirin şeker The Polyphonic Spree sayabileceğim isimlerden. Open Your Box’ta ise daha çok vokallerin karışmadığı saf temiz mix’ler var. Bu cephenin savaşçıları arasında Basement Jaxx, Felix Da Housecat, Pet Shop Boys gibi isimleri görmek mümkün. Herkes el ele verip Yoko ablalarına destek olma çabasında ama ham meyvayı koparmışlar dalından, sanki her bir şarkı yapım aşamasında...

Tamam, eğlenceli şarkılar yok değil. Ver örnek: Le Tigre'li Sisters O Sisters ve Peaches destekli Kiss Kiss Kiss. Ya da Basement Jaxx remix’iyle Everyman Everywoman. Ancak örneğin Cat Power düeti bir garip saçmalık halinde. İyi bir balad olabilecekken ölü doğan bu bebeğin adını "Yoko'nun Laneti" koyuyorum. Çünkü bugüne kadar Gainsbourg albümündeki "I Love You, Me Neither" , ki bu da bir kavırdır ne tesadüfse, hariç tek bir kötü işini görmediğim Cat Power ikilemiş. Hem sayı hem kalite babında...
Yine umut beslediğim isimlerden Polyphonic Spree çıkışlı You and I da ekşi bir tat bırakıyor kulakta.
Ama kimselere suç bulasım da yok bir yandan, hamur tuzsuz şekersiz olunca ondan çilekli pasta yapsan kaç yazar…

Eh be kadın, Lennon’ı aldın yetmedi; The Beatles’ı dağıttın yetmedi; senelerdir bilumum jenerasyonun yalnızca aklını değil kulağını da kirletmektesin. Şu dünyada ettiğin en doğru laf Yes, I’m A Witch’tir; cadı kazanlarında yakılasındır bilesin.
Yetmiş dört yaşın hatrına Allah aşkına Yokol Ono! İlla ki içinde adının geçtiği bir şey dinleyeceksem oturur “I Love You, Ono!” dinlerim.


Sobermag - 8.4.07
PİNHANİ - İNANDIĞIN MASALLAR

Geçen yaz yeryüzü sıcaklığının stratosferle eşitlendiği ve televizyon izlemekten gına gelip de daha hızla zapping yaptığım günlerde karşılaşmıştım Pinhani'yle. Ekrandaki boş beleş milyon gruptan ayrılan kırılgan bir melodi kulağımı kaşırken "İstanbul'da kimim var, kimin için bu toz duman" diye mırıldanıyordu ecnebi cemaatin "bittersweet" dediği bir ses... Bilmem ki, canım acımıştı sanki...

İşte o can acıntısından sonra başladı gruba dair beslediğim bin milyon hissin ateşlenmesi. İnandığın Masallar albümünü edinmemle birlikte bu gencecik dimağların hiç de tek şarkılık olmadığını farkettim. Samimiyetin tek bir şarkıda dahi eksilmediği bir çalışma karşımda dururken, duymak istediğim sözler kadife gitarlarla birleşip her köşeye serpilmişken kayıtsız kalamadım ve üstünden neredeyse bir yıl geçmiş olmasına rağmen bu bahar rüzgarında hep beraber saçlarımızı uçuşturalım istedim.

Yıldızlar'dır ilk olarak anmam gereken güzellik. Hani bazı şarkılar vardır ya, ne kadar paylaşımcı olursanız olun yine de bir parçanız bencillik edip adını ortamlarda anmak istemez. İşte Yıldızlar'ın bugüne dek tarafımdan gördüğü muamele budur. Ama siz pek sevgili okuyucular için zincirimi şu noktada kırıyor ve "Repleri görelim beyler bayanlar!" diyorum. Şu meşhur Fransız Amelie'nin sevdiği çocuk karşısında heyecandan su olup döküldüğü sahneyi biliyorsanız hemen gözünüzde canlandırın; aynısı işte benim bu melodikaya duyduğum hisler... Onu n'olur sevin! Her dizesini, her notasına ayrı bir değer biçip el üstünde tutun. Canlısını dinleyin, bant kaydını dinleyin ama duymazlıktan gelmeyin.

Baş köşeyi başım üstündeki yıldızlara verdiğime göre masalların kalan kısmına bir göz atalım. Albümün "aşığım, kıvranıyorum ama kötü çocuk olmadığımdan bir türlü dikkatini çekemiyorum" şeklinde tanımlanabilecek genel havasına layık birçok şarkı var önümüzde. Tek tek sayalım: "Beni al kucağına elini belime sar, beni almadığın an üşürüm sabaha kadar" gibi basit sözlerle süslü olup yine de cin gibi çarpan Beni Al, jelibon tadında davullarla kaplı çağrı hikayesi Hele Bi Gel, "göründüğünden de güzelsin, neden dışımda gezersin" diyerek yarı seksi yarı naif bir ifade takınmış Seni Bana Anlatırlar, "içimden geçen senin içinden geçer mi?" kelimeleri ile içimizden duygu yüklü trenlerle dolu interrail rayları geçiren Gözler Anlatır, iş bulmanın arifesinde bir insan için çok fena yan etkilere sahip Ben Nasıl Büyük Adam Olucam, mevsimsel Pollyanna senfonisi Dön Bak Dünyaya ve son olarak The Cure - Friday I'm In Love'dan esinlenilerek yazıldığı aşikar Haftanın Sonu... Bir anne nasıl evlatlarını ayıramazsa ben de öyle yaklaşıyorum İnandığın Masallar bünyesindeki organlara...

Pinhani'yi evinizde ışıkları kısarak da dinleyin konserde çakmakları yakarak da. Her iki yöntemi uç noktalarında tecrübe etmiş bir insan olarak sonuçtan pişmanlık duymayacağınızı söyleyebilirim. Bu yumuşacık, pamuğumsu, bulut üstü yerleşke müziği öyle tatlı, öyle naif, öyle bir gerçek ki kulağımda küpe olsa sonsuza dek çıkarmayabilirim.


Sobermag - 1.4.07
COCOROSIE
THE ADVENTURES OF GHOSTHORSE AND STILLBORN


Beni buradan değil de geçmişten tanıyanlar bilir; Coco ve Rosie isimlerine karşı fena bir zaafım vardır. Seslerini ilk duyduğum andan beri Harry Potter sihirleri uygulayarak bu kardeş kızları kediye dönüştürüp Elmyra misali kucaklama isteğim bakidir. Fakat bu kedigiller uslu puslu oturacak cinsten mi olacaktır? Cevabım kocaman bir "hayır"!

Hani az önce şimşek dövmeli Harry'nin adını andım ya, şimdi size bir hikaye anlatma zamanı. Şımarık, şakacı, binbir taklacı iki yavru kedinin son albümü, Potter temalı sihir dünyası sanki. İsmiyle müsemma The Adventures Of Ghosthorse and Stillborn dahilinde ormanda yapılan tonla maceralı yolculuk anlatılıyor. Evet, hayalet bir atımız bile mevcut. Fazla kırbaçlamamaya söz vererek üstüne atlıyoruz.

12 duraklı bu büyücü kentinde müzikler ninni tadında. Kah Sierra'nın (Rosie de denir) opera kariyerine göz atıyoruz, kah rüzgar çanının kımıltısıyla irkiliyoruz. Ancak bu ninniler CocoRosie diskografisinin en zayıf halkasını oluşturmaktan kurtulamıyor. Zaten La Maison De Mon Reve gibi bir albümünüz olsa onun üstüne herhangi bir şey yapamayacağınızı bilerek kendinizi farklı yönlere kaydırabilirdiniz. Dişi kedilerin şöyle bir kaygan yola dalmışlığı var: Hip hop

Hip hop yapmışlar yahu hip hop! Toytronika yağında bekletilmiş opera soslu bu hip hop'ın lezzeti fena değil ama eskiden ayık kafayla gündüzleri dinlediğim müzik bir anda "Uykudan Önce Adile Teyze" radyosuna dönünce bozuluyorum. Neden diye sorup cevap alamıyorum. Geçmişe bakıp yaslara bürünüyorum.

Güzel dilimlerden başlayalım: Albümde kurtarıcı rolünü oynayan Japan misal; sayesinde çoluk çocuk herkes toplanıp Japonya’ya gitmek istiyor. Hip hop’ın kalbinin attığı, at kişnemeleriyle dolu Rainbowarriors’la bünyem salkım saçak sallanıyor. Türk Sanat Müziği gibi tınlayan Bloody Twins’te rüzgara maruz kalmış cılız kollarım hırkamın önünü kavuşturuyor. Bir önceki albümden Techno Love Song’a benzerliğiyle dikkat çeken Werewolf’da vücudum korkudan titriyor bu sefer. Ama yetmiyor, yetmiyor! Potansiyellerini bildiğim için bu albüm beni tatmin edemiyor.

Kedilerim Mart geldi diye mi azıtıyorsunuz? Çabuk eski halinize dönün bakayım, sahibenizi üzüyorsunuz!


Sobermag - 1.4.07


ARCTIC MONKEYS - WHATEVER PEOPLE SAY I AM, THAT'S WHAT I'M NOT

Arctic Monkeys'in yeni albümü Favourite Worst Nightmare 23 Nisan'da elimize düşecek; anlayacağınız çocuklar gibi şen olacağımız gün pek yakın. Öyleyse hazır ısınma turundayken debü albümü inceleyerek hem geride ne bırakmışız hem de bu albümü nasıl bir kefeye koymuşuz diye hatırlamak lazım. Eh, dans pabuçlarımızı yeniden ayağımıza geçirmeye ramak kalmışken gelin kondüsyonumuzu güçlendirelim.

Taşı toprağı altın Sheffield'ın külçe değerinde çocukları henüz geçen yıl girdi hayatımıza. Morrissey'in şarkı isimlerini aratmayacak uzunluktaki "Whatever People Say I Am, That's What I'm Not" albümü sayesinde ödülleri ağaçtan elma toplar gibi sepetine dolduran grup sayesinde bırakın şarkıları albüm kapağındaki sigara içen çocuk bile ünlü bir sima oldu çıktı. İster NME'nin pazarlama harikası deyin ister hayatımın maymuncukları... Bu çocuklar stadyum konserlerini dolduracak kadar ünlü belki ama bir o kadar da başarılı...

"Whatever People Say I Am, That's What I'm Not"ın bize öğrettiği pek çok FAQ cevabı var. Örneğin:

1- Nasıl dans edilir: I Bet You Look Good On The Dancefloor
2- Nasıl hayalkırıklığı yaşanır?: Fake Tales Of San Francisco
4- Nasıl uyarı verilir?: When The Sun Goes Down (Scummy)
5- Nasıl ayar verilir?: Still Take You Home

Bunlar aysbergin basit cevaplı kısımları. Gelelim derinlere inip mağarımızda keşfe çıkmaya. Örneğin Mardy Bum denilen mideye kramp sokmalı şarkıda anlatılan mızmız sevgili hikayesi dudak büküyor. Yeri gelmişken When The Sun Goes Down'da Mardy Bum'la aynı notaların kullanıldığını söyleyim. O kadar güzel ki tek bir riff'le albüm götürseler bile farketmez aslında...
Elektrikli tren şarkısı Choo Choo, albüm kapağı tamamlayıcısı Cigarette Smoking, klibiyle aşk yaşayıp magazinlere düştüğüm The View From The Afternoon ya da "Beatles bugün Nirvana'vari bir şarkı yapacak olsa bundan gayrısı çıkmazdı." dediğim A Certain Romance de dinlenmesi salık verileceklerden.

Hala kulağınıza kaçırmamış olabileceğiniz ihtimalini düşünmüyorum bile. Bin milyonuncu dinleyişe geçtiyseniz bu yazı benden size hediye. Gel 23 Nisan, gel de neşeyle dolsun insan!!


Sobermag - 25.3.07
GRINDERMAN

Şu müzik aleminde Nick Cave'in şarkılarından geçmeyen bir yol gösterin bana. Şu dünyada Nick Cave'den tezahüratını sakınan bir adem gösterin bana. Allah aşkına Nick Cave'in başaramayacağı bir iş gösterin bana. Yok ki! Grinderman adlı son projesiyle duygusallık pelerinini bir kenara atıp deneyselliğe kayan Cave yanında kaya gibi üç adam ağırlıyor. Bad Seeds'ten tanıdığımız Jim Sclavunos bunlardan en aşinası... Grup bir yan proje gibi gözükse de aslında yeni çıkan birçok albümden çok daha iyi ve daha da önemlisi farklı bir yerde duruyor. Yaratıcılık başka bir şey azizim, adamlar resmen yeni bir janr çıkartıyor.

Grinderman'in müziğini anlatmak için tek kelime yeter aslında: Gitar Yalnız bu gitar biraz arıza. Amerikan filmlerinde bar kapısında dikilen ve ağzının kenarındaki sigarayı kemiren kirli sakallı, bıçkın bir delikanlı düşünün. İşte şimdi bunun ahşaptan yapılma telli bir alet olduğunu göz önüne getirin. Her an değişen, çizik çizik ve sert riff'lerle süslü müziğin Johnny Cash ile Tarantino soundtrack'i arasında gidip geldiği bir yer burası...

İlk single No Pussy Blues ile adına yaraşır bir haykırma örneği gösteren grubu yarattığı hayalet temalı uzay müziği için tebrik etmek gerek. Daktilo sesiyle başlayan şarkı aniden hızlanıyor. Bir yandan boşlukta salınan yerçekimsiz gitar notaları, diğer yandan mükemmel bir giriş yapan buruk Cave sesi ve sözlerde yaşayan Bukowski kılıklı bir adamın karşılıksız aşkı birbirine karışıyor. Garip ama gerçek bir şarkı... İki adım sonra karşımıza çıkan ilk sokaktan döndüğümüzde Love Bomb adlı sarışın bir bomba bekliyor köşede. Seksi, çapkın, kovboy şapkalı bu bombanın etkisi fena çarpıcı. Elini versen kolunu, kulağını versen aklını kaptırdığın cinsten. Dinamik, davul zengini notaların cirit attığı şarkının rengi kesinlikle kırmızı...

Mahalle sakinlerini tanımaya devam edelim. Komşu kızı Alice mesela. Etrafta Electric Alice olarak anılan genç kızın ay ışığında çaldığı kalpleri hiç geri vermediğini öğreniyoruz burada. Gümüş rengi yağmurda ıslanırken tef sesiyle dans ediyoruz. Bizimkisi biraz kirli bir kara sevda örneği... Arılar da yok değil havada elbette. Kasabanın havası sarı siyah dikenlerle kaplı. Nick Cave'in vızıldadığı Honey Bee'nin özellikle, dikkatle, garipsenmeden dinlenmesini rica ediyorum. Ağzım açık kalmıştı ilk duyduğumda, sizin de kalbiniz çarpsın istiyorum.

Ve işte çeşme başında dedikodu zamanı... Go Tell The Women albümün belki de en yumuşak kalplisi. Eğer kaybolmamak için haritaya ihtiyacınız varsa alın size sazlı sözlü bir yerleşim krokisi. Her hanede olan biten anlatılıyor; tatlı bir melodi üstünde kayıp giden altı milyarlık dünyanın öyküsünde bilim adamları, kilise bağımlıları, sihirbazlar, matematik şampiyonları, herkes herkes rol alıyor. Evet, Grinderman'in en iyi şarkısı budur! Cave'e yeniden yüzüm kızararak, gözlerimi kaçırarak baktığım şarkıdır bu!

Uzun, çok uzun bir yazı oldu biliyorum. Ama eğer sonuna kadar geldiyseniz ve bu Western kasabasına turist olarak gitmeyi kafaya koyduysanız bavullarınızı hemen hazırlayın! Kılavuzu Cave olanın burnu dağ kokusundan çıkmaz, unutmayın.


Sobermag - 25.3.07

PATRICK WOLF - THE MAGIC POSITION

İngilizce'de "libertine" kavramıyla tanışmışsınızdır belki. Kafasına eseni yapan, kimseden korkmayan, kimseye boyun eğmeyen rahat insanlardır kastım. İşte bu tanımın vücuda dökülmüş şekliyle selamlaşıyoruz bugün: Patrick Wolf

Önceki iki albümünde dinleyiciyi kabare koltuklarına dizip türlü hikayeler anlatan Wolf, yeni albümü The Magic Position ile çılgın tarafını biraz yontmuşa benziyor. Eskisi kadar tiz çığlıklar atmasa da yine bilgisayarıyla ve klavyesiyle bol bol oynayan bu şimdinin kırmızı saçlısı kalbin g noktasını bulup hepimizi şöyle bir silkeliyor... Yeni başlayanlar için Wolf kılavuzunda özellikle anmam gereken bir nokta var: Keman. İşte bu yaylı sayesinde olan oluyor ya zaten! The Magic Position genelinde yine arkadan kah içli kah muzır bir nota dizini eşlik ediyor henüz yirmi dördündeki Wolf'un kendine has sesine.

Piyasada salınan ilk single Accident&Emergency’yi o kadar fazla dinledim ki artık yorum yapamayacak kadar nötr oldum. Evet, aslında sıkıldım. O yüzden de tarihimde ilk defa bir single’ı es geçip direk başka şansonlara iş atacağım. Örneğin sihirli kapıyı açan şarkı (kendisine uşak muamelesi yaptığımın farkındayım, pardon) Overture tanıdık havasıyla şöyle bir oksijen çarpması yaşatıyor insana. Geçmişinde asılı duran çocuğa seslenme huyundan vazgeçmeyen Wolf bu sefer şöyle buyuruyor: Aç kalbini açabildiğin kadar, gelmedi mi vakti artık?

Albüme adını bahşeden Çarli'nin Çikolata Fabrikası çıkışlı The Magic Position'da alkışlarla şekerler dolduruyoruz ağzımıza. Ellerimizi belimize koyup dans ediyoruz çılgınca! Ama biraz hüzün tadacaksak Bluebells'in kuş seslerine dayıyoruz kulakları. Şarkıda beklenmedik bir hüzün, beklenen bir başarı hikayesi saklı... Özellikle “Sen benim kocamdın, hem de karım, kahramanımdın…” dizesi iç titretme konusunda oldukça başarılı. E ama neşelenelim biraz a dostlar! The Stars’da başımızı kaldırıp yıldızları sayıyoruz şimdi. Uykuya dalmadan, sütünü içmeden, dişlere fırça değdirmeden önce, her gece alışkanlık haline getirmek lazım bunu bence.
Ve sürpriz: Magpie da kimin sesini duyuyoruz tahmin edin bakalım? Marianne Faithfull, sevdalınım ablacım!

Tazecik bir röportajında “Altıncı albümüm bir death metal kaydı mı olur yoksa çocuk şarkılarından mı oluşur bilemiyorum. Hayatımı bir atla mı, kadınla mı yoksa adamla mı geçireceğimi de bilemiyorum. Böylesi daha kolay.” diyen bu yirmi dört ayar altına ben de şöyle diyorum: Keman yayın olayım Wolf, özel ders verdiğin öğrencin olayım. Sonsuza dek sihirli bir pozisyonda kalalım...


Sobermag - 17.3.07


THE WHITEST BOY ALIVE
DREAMS


Herkesin bir beyaz atlı prensi vardır ya. Benimki kurbağa. Evet, ilk duyduğum andan beri çimlerde yalın ayak koşmak, beraber minik balerinlere çaça öğretmek, kocaman gözlükler takıp dünyayı cam dibinden görmek istediğim Kuzeyli bir siğil cihazı var: Erlend Øye... Ve Kings Of Convenience ile damarlarımdaki tüm zehri emip yerine gökkuşağı renkleri zerkeden, hele ki yağmurlu günlerde daha bir dost, daha bir sırdaş olan yüce beyin Øye hiç mi hiç boş durmuyor. Bugünkü dersimiz bu gözlükten oluşma adamın ikinci projesi The Whitest Boy Alive. Eminim siz çalışkan çocuklar dersinizi çoktan çalıştınız ve albümü hap yapıp günde iki kere yuttunuz.Hatta geçen sene Babylon'a uğradığında beraber tempo tuttunuz. Ama gelin yeniden yıldızlarla dolduralım karnenizi...

Bu ak pak çocuklar (sayıyla 4) Berlin'de bir araya gelmiş ve debü albümleri Dreams'in çıkış tarihi 2006 yazı. Şimdi ortada şöyle bir sorun var. Dreams zaten benim dreamlist'imi oluşturuyor ve bu durumda hangi şarkıdan başlayacağımı bilemiyorum. Ama derin bir nefes alıp kontrolsüz gücümü Darth Vader edasıyla kontrol altına alma zamanı geldi ve ilk şarkımız Above You olsun hadi. Zaten albüm kulaklarıma değer değmez bu şarkıyla öyle derin bir bağ kurmuştum ki liken gibi yapıştırmıştım kulak zarıma. Hem yağ gibi kaygan vokali, hem de minimal gitar tonları ile deniz dibindeki algler gibi salınmamı sağlayan bu şarkı için beyazlara bir teşekkür... Ders notu: Herkes kendi yıldızını bulup ona uzansın.

Figures ile hızlanalım. Yine akli dengeyi kaybettirecek gitarlar ve yine hayal dünyasında çizilen bir sürü bir sürü tablo. Üstelik içinden geçen birkaç dize var ki sanırsınız bilmem kaç kalibrelik tabancadan çıkmış: What did I give you? That's harder to answer than what did I take. What did I mean to you? Ders notu: Kimse sevdiğini bırakmasın.

Golden Cage'de hapsolmaya ne dersiniz bülbül misali? Yine sihirle süslü, beyni kemiren bir riff ve yine uykusuz her gece. Kısık ateşte özlem doldurulan insanların kaynama noktasından farkı yok işte. En efsunlu dizemiz "Yes of course I miss you and miss you bad"... Ders notu: Kaynamayın sakın.

Sıradaki alt başlık Burning. Cayır cayır yakan "Bildiğinden şaşma!" mottosuyla ve teller üzerinde sörf yapan notalarla yine klasik bir laf atacağım ortaya: Böyle de şarkı yapılmaz ki! İnsanın ateşi böyle de çıkarılmaz ki! Ders notunu da ekleyeyim: Kibritle oynamayın.

Inflation'a geldiğimizde ise kırmızı kasklarımızı başımıza geçirip Burning'in çıkardığı yangını su hortumlarımızla söndürmeye koşuyoruz. Bir siren sesi ki çın çın, hemen sensörleri açıyor sonuna dek. Çok fena dans ediliyor Pet Shop Boys klibinden fırlamış itfaiyeci moduyla. En beyaz adam sen çok yaşa!

Beş şarkı daha var albümde ve ballı süt üzerine yemin ediyorum ki hepsi hakkında sayfalarca yazıp ansiklopedi boyutunda bir tomar çıkartabilirim. O yüzden siz iyisi mi kendiniz dinleyip kendiniz bağra basın. Øye pabucu yarım, çık dışarıya şarkı yapalım!


Sobermag - 11.3.07
FRATELLIS - COSTELLO MUSIC

Gün geçmiyor ki İngiltere yeni bir doğuma daha tanıklık etmesin. Ancak bu sefer kundakta üçüzler var ve bu bebekler aynı The Libertines abilerine benziyor. Peki şirinler mi? Evet. Üstelik dünya müzik ailesi de bu doğumu partilerle kutluyor.

Gelelim bu bebekleri vaftiz isimle kutsamaya. Bunun için rotayı İtalya’ya çeviriyor ve The Fratellis’in İtalyanca’da “kardeşler” manasına geldiğini belirtiyoruz. E iyi de bunlar cidden kardeşler mi? Hayır. İtalyanlar mı? Tcıkk. Her karmaşık hadisenin basit bir cevabı olduğu gibi bu hikaye de üç kelimede sonlanıyor: Davulcunun soyadı Fratelli. The Ramones'un isim konusundaki yaratıcılığından bir parça aşırmış gibi görünseler de (malum bunların da soyadları gerçekte olmamasına rağmen grupta aynı) şikayet minimum seviyede.

Debü albümleri Costello Music ile önceleri "Bizde yapılmışı var" denilerek aşağılanan The Fratellis'in yüzü bugünlerde gülüyor. Çünkü arkalarında iki adet babacan destekçi mevcut: Apple ve Brit Awards. Apple cephesi pek renkli: Flathead isimli şarkı iPod'un mü-kem-mel reklamında kullanıldığından beri hem grubun hem de satışların ivmesi yükseldi. Brit Awards ise fazlasıyla sürpriz yumurta. Kardeşler geçen ay kaptıkları "En İyi Çıkış Yapan Grup" ödülünü evlerinde muhtemelen bir köşeye atmışlardır şimdiye...

Bu kadar tırı vırıdan sonra gelelim albümü tanımaya. Elimde bir adet eğlence paketi duruyor ve bu pakette gürültülü gitarlar, daha da gürültülü davullar, yirmi birlik bünyemi yormaya yetecek kadar hızlı notalar bulunuyor. Önceliği az önce de bahsi geçmiş Flathead'e verelim. Yavaş ritimlerle başlayan şarkının 00.15'te kimlik değiştirip Süpermen olduğunu söylemek lazım. Özellikle barapbapbararara olarak adlandıracağım kısım anti-aging kremi gibi zinde tutuyor insanı. Sırada Everybody Knows That You Cried Last Night var. Şarkının oynak riff'leri üzerine muzır çocuk edasıyla söylenmiş sözler binince, azıcık da gerdan kırınca değmeyin keyfime! Henrietta da ise dünyanın en berbat isminin nasıl güzel bir şarkıya dönüşebileceğini kulaklarınızla duyacaksınız.
Ve Chelsea Digger: Davul, davul, davul, davul, bizimkisi bir aşk hikayesi, davul...

Kabul, The Fratellis Sicilya mafyasını anlatan bir dizinin ismine benziyor olabilir. Ama bu çocuklar kansız. Eh peki cansızlar mı? Çok beklersiniz...


Sobermag - 11.3.07
KAISER CHIEFS - YOURS TRULY, ANGRY MOB

Tanrı aşkına geri çekilin! Kaiser Chiefs bomba gibi döndü!

Yarattıkları taraftar edasıyla şarkı patlatma hususu sayesinde evlerimizi tribüne çevirmiş bu orkestra şeflerinin Oh My God'dan tutun da Everyday I Love You Less And Less'e kadar tamamı hit olmuş şarkılardan oluşma ilk albümlerinin ardından herkes birbirine aynı soruyu soruyordu: İkinci albüm piyasada mı patlayacak yoksa elimizde mi? Ancak şimdi derin bir oh çekme zamanı. Yeni kayıt Yours Truly, Angry Mob eskisini biraz biraz özletse de hala tahrip etkisi yüksek. Hem sanmayın ki bu etkinin herhangi bir kötü tarafı var; aksine yan etkisi bile doyasıya eğlence...

İlk single'ları Ruby aylar önce elime geçtiğinde "Aman yahu, bu nedir?" diyerek fütursuzca kenara atmıştım. Ve aylar sonra bir gün shuffle sistemi sayesinde yıkıcı gerçekle karşılaştım. Bam! Patlangaç yazarınız Türkiye'den bildiriyor: Bu tekrarı bol kelimelerden oluşmuş şarkı ile artık eteklerim zil çalıyor! Ecnebilerin ifadesiyle "catchy" olarak tabir edebileceğim, yani tuttuğunu yakalayıp diline yapışan Ruby, hem gaza kökleyen nakaratı hem de kıvılcımlar saçan klavye notaları ile albümün tartışmasız (siz tartışın istediğiniz kadar) en büyük hiti... Üstelik grup elemanlarının legodan yapılma dünyaya dalan godzillalar rolünü başarıyla canlandırdığı klip de oldukça akılda kalıcı.

Albümün genel havası ise öncekine nazaran daha siyasi ve sosyal bir tutumda esiyor. Liderlere bol keseden laflar hazırlanmış, nükleer atık muamelesi gören varoşların elinden tutulmuş ve şan şöhretin ne menem bir dengesizlik unsuru olduğuna dem vurulmuş bu tazecik meyve boyunca. Ayrıca İngilizlerin ince espri konusundaki yeteneğini (?) göz önünde bulundurursak burada alkışlanması gereken birileri var; çünkü akıp giden liriklere hayran kalmamak elde değil.

Gelelim bizden size tavsiye köşesine... Toplumsal mesaj için The Angry Mob'u, ilk albümü yadetmek için müthiş bir isme sahip Love's Not a Competition (But I'm Winning)'i, sıkılgan vatandaş muamelesi için Everything Is Average Nowadays'i ve albüm konseptini oluşturan çete hikayesinin açıklamalı özeti için Highroyds'u tuşlayınız.

Tabii hepsine sahip olmak istiyorsanız doğru yoldasınız. Aman bu çeteden başka çetelere takılmayınız.

Sobermag - 4.3.07

GUILLEMOTS NE BİÇİM İSİM

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bir tutam deniz kuşunun uça uça nice kıyılar dolaştığı ve her dalgadan bal aldığı, bu balları da bir güzel kaynatıp ortaya sevimli, şirin, bal küpü şarkılar çıkardığı bir zaman dilimi varmış. Bu zaman dilimine şanslı dinleyiciler de ortak olurmuş. Hikayeyi nereden mi biliyorum? Karşınızda Guillemots!

Mevsim sonbahar iken sayfalarını bizzat parmağımla çevirdiğim Uncut dergisinde gördüğüm neşeli bir reklam sayesinde Guillemots'un davetine uydum. Kendimi internet sitelerinde bulduğumda müziklerini karınca kararınca duymuştum aslında; ancak ilk bakışta aşık olunabiliyormuş demek ki. Şöyle ki animasyonun cirit attığı, koca kafalı bir çiftin ve hatta solucanların "Kurabiye kadar tatlıyım, beni ye beni ye!" diye çırpındığı bu siteyi gezerken kalbim pıt pıt atmaya başlamıştı bile.

2004 yılında Britanya'da kurulan dört garip isimli gencin (Fyfe, Magrao, Greig ve Addams Ailesi çıkışlı Aristazabal) hiç garip olmayan birleşimi ilk meyvesini 2006 yılında verir. Through The Windowpane adlı bu debü sayesinde ödüllerin şahı Mercury Music Prize adaylığına kadar yol alan grubun bu çıkışı aslında sürpriz yumurtadan çıkmış değildir. Parlamalarını sağlayan Annie Let's Not Wait ile Annie'den ziyade müzik otoritelerini etkilemeyi başarırlar.

Evet, Annie için dünyanın en eğlenceli şarkılarından birini yapmış olabilirler. Ama asıl maharetleri kainatın da en ironik aşk şarkısını yapmış olmaları: Made Up Love Song.

Bahsi geçen bu şansonun özelliği romantik sözlü romantik baladlarla dalga geçmek için yazılmış olması. İronisi nerede peki? Ta kendisi naif bir uydurma aşk şarkısı! Sözleri bir Mustafa Sandal söz dizimi saçmalığında olabilir fakat içimizi yakmıyor da değil. Ejderhalardan tutun da köşede duran kanepeye kadar sevgi dolu anlamlarla yüklenmiş bu melodikayı sevmeyen çatlasın.

Saydıklarım haricinde We're Here ve Trains To Brazil de taptaze güneş ışığı yollayacak kalbinize. Güneş giren eve doktor girmez derler; ne yapacağınız belli öyleyse...

Sobermag - 25.2.07

21 Eylül 2007



SOBER'DAN

Pek sevgili dergim-iz Sober yarın (21 Eylül) sezon açılışını okuyucularıyla beraber kutluyor!! Joker Live'da gerçekleşecek gece saat 22.00'de Clique'in canlı performansıyla başlayacak olup ardından Sobermag yazarlarının dj'lik performanslarıyla devam edecek. Giriş ücretsiz, ben gidemesem de ruhum oradadır. Bizi yalnız bırakmayınız.

BRAZZAVILLE'DEN


Ankara ve İstanbul arasında mekik dokuyanlar, bu şehirden birinde oksijen (ya da karbondioksit?) soluyanlar dikkat! Brazzaville'den David Brown şehrinize düşüyor. İlk ayak olan Ankara'da 21 Eylül Cuma gecesi Tenedos Cafe'de yapılacak konserde Fungu'dan Zeynep ve Bedroomdrunk'dan İpek David Brown'a eşlik edecek.

İstanbul konseri ise 23 Eylül gecesi Kadıköy Arka Oda'da gerçekleşecek olup saatini vallahi de bilmemekteyim. Yoksa bizde hizmet sınırsız...

5 Eylül 2007


YARIŞ ATI MIYIM NEYİM?

Rock'n Coke hanesine bir çentik daha. Yorgunluktan ancak çarşamba günü gözümü açabidiğim şu dakikalarda konsere dair aklımda kalanlar Franz Ferdinand vokali ve ailemizin sanatçısı Alex Kapranos'un Türk usulü parmaklarını şıklatarak oynaması, Uffie'nin shit mit diye konuşsa da özünde yanakları sıkılası bir insan olması, Nicky Wire'ın harbiden ihtişamlı bi şahsiyet olarak arz-ı endam etmesi, Dj Mehdi'nin burada haftalık program yapmasının gerekmesi, Badly Drawn Boy'u saat 10'da halen bereyle görünce beresinin kafasına kaynadığına karar verilmesi ve E.R.O.L'un biz çocukları dans ettirememesi kaldı. Tabii bir de yine sarmaş dolaş olunan arkadaşlar... Her yerden fışkıran Brownie'ler... Antibiyotik kullanımı nedeniyle bünyeye doluşan Ice Tea Limon'lar... Festival marşları D.A.N.C.E ve Harder, Better, Faster, Stronger...

Pazartesi eve dönmüş olabilirim ama yarın yeniden İstanbul yolcusuyum. Basın kartını duvara astım, yeniden mezun kimliğimle iş görüşmelerinde koşturuyor olacağım. Şans diler misiniz? Sağolun sağolun...

P.S: Mercury Ödülü'nü Klaxons almış. Ay pek şaşırdım (!)

11 Ağustos 2007

OH MON DIEU!

"Bilen bilir" girişleri yapmaktan nefret etsem de ta da şimdi kullanıyorum. Bilen bilir, Erlend Oye ve Jens Lekman'a karşı ayrı ayrı zaaflarım vardır. Hatta Türkiye'deki tek Oye fanı olmasam da en ateşli (ateşli derken?) Lekman hayranı olduğumdan eminim. Hatta tek hayranı da olabilirim. Neyse...

İşte bizim ikili sen toplan, Norveç'te festivale katıl, aynı sahnede Paul Simon çal! Lekman'ın güzide forumundan öğrendiğim bu haberi bir de videoyla birleştirerek kendisini favori filmim olarak addediyorum. Onlar "I Can Be Your Al" diye dans ederken ben I Can Be Your Ezgi diyerek eşlik ediyorum. Özellikle Erlend'ın danslarına, çakırkeyifliğine ve Jens'in efendiliğine dikkat ediniz. Elma şekerleri, gökkuşakları...

19 Temmuz 2007

THE HIVES ft. TIMBALAND - THROW IT ON ME

Çok iyi bir gruptu The Hives. Evden işe işten eve gelirdi, apartmanda hiç ses yapmazdı. Bildiğim kadarıyla kimseye borcu harcı da yoktu. Mahalledekilerin dediğine göre Timbaland diye rapçi bir arkadaşı varmış, ona uymuş. Böyle bir şeyi nasıl yaptı hala anlamıyorum.

Ezgi'nım - Üst Kat Komşusu

17 Temmuz 2007


AY PEK SESSİZSİN JENS !

Bugün doğumgünüm. Bu nedenle blogumda pek özel bir isim ağırlayıp kendime hediye sunmaya karar verdim. Gerçi bu durumdan herhangi bir çıkarım yok ve üstelik Jens Lekman'ı dinlerseniz asıl hediyeyi siz kapmış oluyorsunuz ama en nihayetinde sayfalarımda Jens ile ilgili kelimelerin nefes alacak olması bile benim için mutluluk sebebi. Öyleyse şimdi parti zamanı!

Parti zamanı dedim de herkes disko topunu çevirip neon ışıkları yakarak Cumartesi Gecesi Ateşi'nde terlemeyi düşünüyor olabilir. Ama hayır, benim partim mental yaşı 75 ve üzeri olanlar için tasarlandı. Hafif müzik eşliğinde salınırken beyaz şarabını yudumlayan ya da plakların başında bağdaş kurup oturararak kendini sohbetlere kaptıran insanlar bekliyorum. Ve mikrofonda Jens... Komik adam, huzurlu adam Jens... İsveç'ten ısmarlamayı düşündüğüm bir avuç jelibondur Jens...
Kuzey kanlıları severim. İşte yemyeşil dağlardan mandoliniyle yuvarlanarak gelen bu süt delikanlı da damarında kuzey kanı taşıdığından olsa gerek daha duymadan, sadece adına tav olarak merak saldım kendisine. Sonra ufak tefek vücuduna geçirdiği yakası ilikli gömleklerini, yana ayrılmış saçlarını ve mandolinini görünce bünyesine bonzai muamelesi yapıp evin köşesinde tutmak istedim. Tıpkı zamanında Jens'e pek benzeyen Beirut kardeşimize yaptığım gibi...
Ve nihayetinde sen gel Pocketful Of Money isimli şarkısını dinleyip "ama ama bu ses, bu ses su sesi kadar yumuşak" diye mırıldanıp şarkıyı on yüz bin kez dinlemeye başla! "Cebim para dolu, bu gece hepsini harcayacağım, henüz adını dahi bilmediğim bir kıza" sözleriyle açılan şarkının özellikle sonlara doğru takındığı havayı soluyarak büyülenmiştim; bariton sesli arka vokale eşlik eden Jens, yanan kalbine dem vurarak bağırıp çağırıyordu. Eh dostlar, böyle başlayan hikaye git gide büyüdü durdu içimde ve bugün karşınızda tüm samimiyetimle durarak diyorum ki poster-çıkartma biriktirebilecek kadar fanatiğim artık...

Jens 2004 yılından beri piyasada salınmakta. Önce 2004 yılında When I Said I Wanted To Be Your Dog albümünü çıkarıyor; bu albümden You Are the Light (By Which I Travel into This and That), Maple Leaves, Tram #7 to Heaven ve If You Ever Need a Stranger (To Sing at Your Wedding) gibi muazzam şarkılara imza attıktan sonra biraz biraz serpiliyor. İsveçli diğer favorim El Perro Del Mar ile çıkardıkları kısaçaların ardından ca'nım müzik şirketi Secretly Canadian ile anlaşarak köklerini biraz daha müziğe salıyor. Özellikle If You Ever Need a Stranger (To Sing at Your Wedding) adlı şarkının sahip olduğu Ümit Besen - Nikah Masası havası sanırım Jens'in melankolik, içine kapanık ve kadından kızdan en az yüz metre uzak durumunu kanıtlıyor. Dip ve ayıp not: Kendisi halen bakirmiş efendim, Freud'a havale ediyorum.
2005 yılına gelindiğinde ise tapılası isimli toplama albüm Oh You're So Silent Jens kaçıyor kulaklara. Toplama dediysek kısaçalar toplaması bu. Jens'in daha önce çıkardığı 3 EP'den alınan örnekler birleşerek naif ve kırılgan bir Voltron oluşturuyor. Jens'in sessiz sakin oturarak seslendirdiği bu albümde özellikle bir şarkı var ki kendisini anam babam kardeşim eşim dostum yoldaşım kadar seviyorum: F- Word. Kibarlığı nedeniyle fuck'a f-word, bullshit'e de bs diyen güzel insan, kuş sesleriyle çevrelenmiş şarkının nakaratını şöyle şekillendiriyor: F-word F- word / Pardon my French/ But it's bs bs... Ah ben bu aristokrat ruhlu İsveç köylüsünü sevmeyim de ne yapayım!
Yine bu albümden çıkma şarkılardan Black Cab, evini kaplumbağa misali sırtında taşıyan fakat yatağını özleyip duran insanları anlatıyor. Bir postmodern hikaye tadındaki I Saw Her in the Anti-War Demonstration, Shakespeare eserlerine göz kırpan ikileme A Sweet Summer's Night on Hammer Hill ve Another Sweet Summer's Night on Hammer Hill gibi şarkılar da bu güzide albümü alıp çerçeveletmeye sebep doğuruyor.

İsveçli bir arkadaşımın dediğine göre bugünlerde yeni bir EP çıkaran Jens, bu EP'deki şarkıları (bkz. süper düper Friday Night at the Drive-In Bingo) konserlerde dostlarına söyletecekmiş. Dostlardan hatırladığım The Concretes üyesi Victoria Bergsman var misal. O konserlerde bulunamayacağım için derdimi tasamı buraya döküyor ve beslediğim kıskançlık tohumlarını ta da dibime gömüyorum. İçimdeki müzik aşkı bambaşka, Jens Lekman Jens Lekman çok yaşa!

11 Temmuz 2007


FESTİVAL İNSANI OLDUK, DAĞ BAYIR YOLLARA DÜŞTÜK

Sobermag'in özel festival sayısı sanal bayilerde... Buyrun buradan okuyun hem Magic Numbers röportajını da içeren Radarlive'ı hem de Blonde Redhead'li İstanbul Caz Festivali'ni. Ailenizin yazarları Kilyos'tan ve İstanbul Modern Sanat'ın Boğaz manzaralı heykel bahçesinden bildirdi.
Notçuk: Kapaktaki imzalı poster gerçektir. Tineycır kadar mutluyuz.