8 Mayıs 2007


LITTLE MISS SUNSHINE OF THE SPOTLESS MIND

Çocukken hepimiz ailemizin imkanlarını zorlayacak isteklerde bulunmuş ve çoğunlukla ve "haliyle" reddedilmişizdir. Ama bazen de hiç beklemediğim bir anda babam "Hadi" derdi. "Hadi yapalım istediğini". Bu yüzden kendimi şanslı çocuklardan sayabilirim çünkü boyutum küp şeker kadarken dünyayı olduğundan farklı görüyor ve habire kuru boyalarımla çizdiğim ördek ağızlı insanlarla mutlu bir hayat yaşıyordum. Ve dünya etrafımda dönüyor gibiydi aslında...

İşte Little Miss Sunshine'ı bu yüzden sevdim. Hayatta binbir hortuma yakalanmış aile fertleri ve merkezde duran 1.20'lik Olive'in kocaman dünyası. Olive kocaman gözlüklerinin ardında kase kadar kalmış şirin suratı ve basketbol topu şekilli karnıyla ortada salınan 7 yaşında bir kız çocuğu. Kendisine Little Miss Sunshine isimli çocuk güzellik yarışmasına katılması için teklif geliyor ve ona söz vermiş ailesi maddi imkanlarını ve sabırlarını sınayarak bu sarı cüceyi yarışmaya götürmeye karar veriyorlar. Sabahleyin hep beraber günışığı renkli vosvos minibüslerine binip yola koyuluyorlar. Aile dediğimiz pasta yapan anne, memur baba ve çiçek sulayan dededen oluşmuyor haliyle. Anne (Toni Collette- canım ciğerim) her şeyi dengelemeye çalışan bir terazi, baba kafayı kişisel gelişim programlarıyla bozmuş bir iflas makinası, dede eroinman ve uçkur düşkünü, dayı hayatında her şeyini yitirmiş bir intihar vakası, abi de Nietzsche hayranı - koşullu bir dilsiz...

Yol hikayesinde her şey sapsarı. Yolculuk boyunca yüzümüzden tebessüm eksik olmuyor ama bu demek değil ki her şey süt liman, herkes mutlu. Hayır aslında Olive hariç kimse mutluluğun farkında değil. Ama acı tecrübeler dahi keyifli anektodlarla -aslında mükemmel çekilmiş karelerle- anlatılınca kendinizi film şeritlerine sarılmak isterken bulmanız işten değil. Tam bir bahar filmi, tam bir mutluluğa meyletme filmi...

Filme dair çok keyifli anlar var. Zevkinizi bozmamak adına sadece vitesi bozuk şirin vosvosu ve yarışmadaki korkunççç makyajlı 6 yaş kızlarını söyleyebilirim. Aslında zaten film gülelim diye değil Amerikan düzenini ve güzellik kavramını sorgulayalım diye yazılmış adeta. Bu arada en iyi senaryo dalında Oscar aldığını söyleyerek hedefin yerine ulaşmış olduğunu da belirtmek lazım.

Ayrıca filmde Sufjan Stevens çalması da artı hanesine bir de yıldız ekliyor. Filme en yakışan adamı bulmuş olmaları takdire şayan. Sauntirekte bir de Devotchka var ki tanımayanlar tanısın derim.

Ama ben filmden çıktıktan sonra yalnız başıma sokakları turlarken ne dinleyeceğimi çok iyi biliyordum: Psapp...
Hemen listeden Hi'ı buldum, filmin afişine bakıp son bir kez daha gülümsedim ve 31 derecelik bozkır sıcağında adımlarımı saya saya yola düştüm... Evet, ben de artık baştan ayağa gün ışığıydım...

3 yorum:

Sera dedi ki...

filmden önce soundtracki dinledim. "bu çok güzel bir film" diyen soundtracklerden. göreceğiz ve biz de birşeyler yazarız belki sonra :)

ezgi dedi ki...

hadi çabuk ama çabuk! : )

BERK dedi ki...

belki bizde filmi gördükten sonra iyi bişeyler yazabiliriz.
telefon dinleme