30 Aralık 2006

RÜYA GİBİ HER HATIRA

Şeker sepetini yıllar önce kucağıma koymuştu Michel Gondry. Önce kliplerden oluşan küçük bonibonlar attı içine, sonra Eternal Sunshine Of The Spotless Mind geldi Toblerone büyüklüğünde... Ve bir zamanlar bahsettiğim, "gideceğim de gideceğim!" dediğim The Science Of Sleep sepetime düşen bayram şekeri bugün...

Filmin güzel olacağına emindim. Ama bu kadar güzel olacağını tahmin eder miydim? Kaufman'sız Michel Gondry filmi nasıl olur merakıyla yalnız başıma koltuğa oturduğumda bir rüyanın içine dalıp hiç bitmesin diyeceğimi düşünmüyordum. Aklı karışık yazarınız aklı karışık bir adamın dünyasına girince, işin içine de stop-motion'lar girince, bir de en sevdiğiniz sinemanın koltuğuna yerleşince hayat pek sevimli oluyormuş bir anda.

Tamam tamam, geçtim kendi duyuşsal dünyamı. Filminkinden bahsedeceğim. İlk olarak şunu söylemem lazım, Şarlot Gainsbourg'a aşığım efendim. Bir cinsiyete duyulan aşk değil bu, anne aşkı, ağaçları sevme aşkı gibi. Tüm film boyunca aklımın bir köşesinde "Jamais" çalarken gözlüklerinin ardından dünyayı süzen Şarlot'u, filmdeki adıyla Stephanie'yi, daha çok sevdim.
Gael Garcia Bernal ise Meksika kanadının en çok takdir ettiğim kısmıdır yıllardır. Ancak genelde ayaklarının üstüne sert basan bu adamın kırılgan halini izlemek pek ilginçti. Fransızca konuşurken taklalar atan bu dahi adamın Şarlot önünde 40 derecede kalmış dondurma gibi erimesi, isminin Stephane olması, rüyalarını anlattığı akşamın gecesinde rüyama girmiş olması da rüya gibi.

"Peki ya filmin en güzel kısmı nedir? Anlat bize anlat bize!" Köşesi:

Michel Gondry beş yaşında. Kesinlikle beş yaşında! Pamuktan bulutlar yapıp iplere takan, mavi beyaz selofan parçaları kullanarak deniz yapan, Nuh'un gemisini ormana çeviren, musluğu açınca gök rengi selofanlar akıtan Gondry, evimde aynı sistemi kurma arzusuyla yaktı beni film boyunca. Pamuktan bulutlarımı yaptım, "toz toplar" dediler aldırmadım. Ayrıca selofanlara üfleyince bir dalgalanıyorlar ki sormayın...
Koca koca ellere sahip Stephane'ın harfler içinde kayboluşu, ya da piyanoyu kontrol etmeye gelen polislerin "Bakalım akordu nasılmış? La minör bas yavrucum" tadında geçen sohbetleri ve doğaçlama çaldıkları besteleri, kayak yaparken ardında ipler bırakan bezden insanlar da herkesin mutlaka görmesi gereken film mekanlarından...

Hem film boyunca katıla katıla gülmeme ne dersiniz? Yazmazsam çatlayacağım bir espri:
Uçkur düşkünü Guy ile masum Stephane, işyerindeki Martine'den bahsetmektedir. Ta da şu diyalog geçer aralarında:

Guy: Sence de Martine seksi değil mi?
Stephane: Hangi Martine? İşyerindeki Martine mi?
Guy: Yok, Martin Scorsese.

Evet ben buna iki gün güldüm. Ya büyük sorunlarım var ya da bu espri müthiş. İkincisine inanmak istiyorum, karışmayınız.

Hem film boyunca gözlerimin şişene dek dolmasına ne dersiniz? Karşılıksız aşkla dolup taşmış Stephane'ın "Neden ben?" sorusuna verdiği "Çünkü diğerleri çok sıkıcı" cevabı mesela. Boğazımda kocaman bir yumru, Stephane'la rakı masasına oturmak geldi içimden bir an. Daha fazla anlatmak istemem zira hem siz izleyip görün hem de ben daha fena olmayayım.

Son olarak filmde yatağın baş köşesinde The Smiths posteri durduğunu ve The Velvet Underground- After Hours'un değiştirilmiş sözlerle Stephane ve orkestrası tarafından çalındığını söyleyeyim de sizin de dudaklarınız uçuklasın. Hem gözsel hem kulaksal açıdan tatminlerden tatmin beğenin.

Rüyalarınıza sokacak kadar düşünün bu filmi. Hatta mümkünse yalnız gidin. Hayatınızı da düşünün bir kez daha...
Nuh'un gemisinde yetişen ormanda bir kulübeye yerleşiyorum artık. Nice pamuklu bulutlara, nice selofan ırmaklara...

4 yorum:

MeliS dedi ki...

gecenlerde yalnız kaldığım bir an bulmuş ve sinemalara koşmuştum, bu filme gitme telaşıyla ama yakınında olduğum iki salonda da oynamıyordu, bayramda flan gidicem koşarak.
blogunu yeni buldum, pek keyifli geldi, sevgiler.

ezgi dedi ki...

aynı sistemle hareket etmişiz ama ben başarmışım. sliding doors hesabı...

koca ankara'da tek sinemada sadece iki seansı kalmıştı izlediğimde. ama sinemalık film olduğundan bayramda salon kapalı olsa bile açtır şerrinle derim!

sevgiler, hoşgeldin...

Adsız dedi ki...

ben de uzun zamandır bekliyordum, gerçekten rüya gibi bir film olmuş.. bence eternal'dan daha güzel ve eğlenceliydi

ezgi dedi ki...

delicevat siz de hoşgeldiniz, "potasyum potasyum bale!" diyerek sizdn bir alıntıyla selamlıyorum sizi...