4 Aralık 2006

HAYAT NE TUHAF; VAPURLAR FALAN...

Benim blog'um benim müziklerime yoğunlaştı uzun süredir; fakat hayatımdan ne haber? Biraz anlatma zamanı şimdi; madem buraya kadar gelmişsiniz buyrun misafirim olun:

Bu aralar üstüme binen gıcıklık bulutları ve hayatla mücadele eksikliğim gündemimi oluşturuyor. Öyle hızlı işleyen bir düzen kurmuşum ki eksenimi yatıran 3 derecelik bir açı bende 8.3 şiddetli depreme dönüşüyor. Sanırım gereğinden fazla mutsuzum, aslında eskisi kadar mutlu değilim o kadar. Ama gün bile tersine dönüyor, ben mi dönmeyeceğim Allasen...

Hayatta her duruma karşı yarım ağızla gülümseyen, her an açık arayan insanlardan nefret ediyorum. Bu aralar daha da çok... Örneğin sabahın köründe, aptal bir kazak muhabbetinde durup dururken "Ay senin omuzlar dar olduğundan kazak olmuyor tabii, benim geniş ya ondan güzel oluyor." diyenler gibi. Gün o andan itibaren hoop kaynar su olup dökülüyor başınızdan aşağı. Hem benim omzum da dar değil billahi, kafam küçük olduğundan dar olsa da geniş gözükmesi lazım zati haha. Hem onun boyu da 1.50. Benim yarım kadar yani (Abartmış olabilirim, hayır Yao Ming değilim)...
Neyse, bazen insan bu lafları sindiremeyip aklının sonsuz günışığını lekeliyor. Ve yine bir sabahın körü, bu patavatsız aradaşa laf söyleme sırası size geliyor. Efenim saçlarını kabartmış bu, Mısır tanrıçasına dönmüş. Dedim ki "Bu ne biçim saç ayol, düşes gibi olmuşsun". Onundan başından aşağı 100 C. İntikam soğuk yenen bir yemektir.

Bir arkadaşım "Turkish Blood, English Heart" dedi bana. Kalbim Britanya'da kaldı.

Çok özlediğim insanlarla doluyum. Annemin dizinde uzanıp babama laf atmak, sonra "Kestane istedi canım" diye mızmızlanmak istiyorum. Başkalarını da özlüyorum ama sadece özlemekle yetinmem gerekiyor bu aralar. Bir yandan da ev kuşu oldum; kimsecikleri görecek halim yok. Herkesi silesim mi var öpesim mi anlamadım gitti! "Bir ağlarım bir gülerim, sanma senden vazgeçerim" şarkısı dilimde; belki alışmam lazım...

Fotoğraflarım geldi; İstanbul fotoğrafları. Hepsinde öylesine mutluyum ki zaman makinasına ihtiyacım var. Kaygısızca sarhoş olmak ve elimde mikrofonla, yanımda dostlarımla karaoke yapmak istiyorum sabahlara dek. Hatırlamak istediğim anılarla hatırlamak istemediklerim yer değiştirse keşke.

Hem 9 Aralık'ta Nouvelle Vague geliyor geliyor. Gidemiyorum gidemiyorum. Murphy Kanunu mu desem ters orantı mı desem, bir şeyi çok isteyince olmuyor. İçimdeki kıskançlık canavarı konser iptal olsun diye tepinedursun, ben bu elim ve vahim günde örgü örerek oturacağım anasını satayım. Buradan arkadaşlarıma sesleniyorum:
Sen sarı uzun saçlı adam; hiç mi utanmadın Cuma’ya toplantı koyarken!
Ve sen siyah uzunumsu saçlı adam; konser yapacak gün mü kalmadı takvimde!
İkinizin de okuyacağını bildiğimden kınamalarla dolu kargalar gönderiyorum size...
Aşk olmasa da yollar ayırdı bizi Nouvelle... Bi daha gel!

Ama Queen Of Japan'e gideceğim Perşembe. Onunla avunup oturmam lazım. Siyah uzunumsu saçlı adama teşekkürlerimi sunarım.
Ayrıca Ocak'ta Art Brut kaçmayacak inşallah! Nisan'da da Radiohead diyorlar, hatta sözleşme bile imzalanmışmış. Aklıma mukayet olmak için pek fazla düşünmüyorum bu ihtimali; düşününce kalbim beş vücuda yetecek kadar kan pompalıyor çünkü...

Elim Roll kokmuş, ne güzel! Bu arada gözümden kaçmadı değil, Türkiye'nin iyi dergileri hep "ll" içeriyor, hatta roll... Bkz. Roll, Rolling Stone, Lull...

The Science Of Sleep geliyor Cuma günü, Michel Gondry'nin yeni filmi hem de Charlie Kaufman senaryolu. Bu ikisi birleşince zıpkın gibi fişşek gibi oluyorlar. Oyuncular da Gael Garcia Bernal ile Charlotte Gainsbourg. Bu arada Şarlot'un albümü de pek leziz olmuş; bir ara uzun uzadıya yazarım bence. Yaz diyenler 2334'e kısa mesaj yollasın.

(edit-ors): Kaufman yokmuş, senaryo da Gondry'nin; Kaufman yokmuş, senaryo da Gondry'nin, Kaufman yokmuş biliyor musunuz? Senaryo da Gondry'nin...

Evde yıllanan Lost'ları da izlemek lazım bir ara şarap eşliğinde...

Yumoş kokusu ve annemin kokusu... Hayatta en sevdiğim iki burun hediyesi...

Farkettim de yaklaşık iki aydır kitap okumuyorum; çok üzücü. Kings Of Convenience- I'd Rather Dance With You'da geçen "I haven't read a single book all year" dizesini benimsemekten korkuyorum. Okusam bu gece bir sayfa da olsa...

Tacim'in, Miette'in, Pınar'ın ve 029ur'ün blog'larına bakmak lazım. Onlar gibi yazmak lazım. Radikal 2 kılıklılar; içim açılıyor resmen!

Haftanın Klibi: Beck- Cellphone's Dead

Haftanın Mekanı: Kings Of Convenience- Misread klibinin çimleri, çiçek dalları

Haftanın Şarkısı: Tori Amos- Caught A Lite Sneeze

Ortada bırakılmış günlük gibi oldu. Okuyunuz ama kimselere söylemeyiniz.

10 yorum:

Adsız dedi ki...

Aman da nasıl dokundu ki bu yazı böyle...Ben sanki senin gözünden bakıyorum hayata gibi hissettim...En azından yazdıklarının bana hissettirdikleri "şu an" ile acayip örtüşüyor...bik bik bik...cik cik cik...bu yorum daha uzarrr gider...

Sevgiler

ezgi dedi ki...

teşekkür ederim lulu, sen bir de bana sor yazarken neler çektiğimi...

sana da sevgiler :)

Adsız dedi ki...

the science of sleep yönetmen Gondry lakin Kaufman yok senaryoda. bil bakalım kim var yine Gondry. Ben izledim beyendim. tafsiye ederiz

ezgi dedi ki...

haha yeminle dün farkettim o hatayı ama "yarın düzeltirsin be yavrum, yat uyu şimdi" dedim kendi kendime. hemen gammazlayınız zati, allah muhafaza!

michel'li film kaufman'lı da güzeldir, michel'li de...

Adsız dedi ki...

haha. hadi ordan kuzum. hatalıysam ara yazan çok araba gördük biz :) o değil de yanlışım özür dilerim bilmiyormuşum desen ciğerimi yesen neyse de :P bi de ben gördüm o yanlışı da düzeltmedim ayaklarına yatmalar yok mu hehehe

ezgi dedi ki...

terbiyesiz adam desem çok mu ayıp olur? (gülen sımayli was here)

yemin ettim ben, bir yemin ettim ki dönemem. hem zaten geçen hafta da girmemiş gösterime, yarın giriyormuş. hıh!

Adsız dedi ki...

ben sinemada ne seyrettim o zaman? yanlışsın bak gene. kabul et müzik bilgilerimiz başa baş, hatta dişe diş. lakin sinemada ben seni geçeri :)))

Adsız dedi ki...

m si eksik kalmış onu da burdan yazıp gönderiyorum bir üstteki eklentime
"m"

ezgi dedi ki...

efenim erkek olsam pisuar başına davet ederdim sizi sidik yarışı için ama kısmet değilmiş.bu konuyu bilahare tarışırız, pis yenerim.

Adsız dedi ki...

gadın irkek farketmez beni seç beni seç.... illa ki sidik yarıştırmaya gerek yok. bir akşam üzeri hoş bir mekanda içeceklerimizi yudumlarken bu konuyu konuşabiliriz. ne dersiniz? :)))