7 Eylül 2006



RAKIN KOK

Listesi açıklandığı andan itibaren hunharca çentik atmaya başladığım Rakın Kok'u geride bırakalı dört gün oldu. Fakat halen görünmez adam suretinde yaşıyor, kendimi yataktan koltuğa, koltuktan yatağa bırakıyorum. Bu nedenle yazıda akli boşluklar olursa sizden en bir güzel biçimde doldurmanızı bekliyorum.

1. Gün- 2 Eylül

İlk gün sabah altıda ulaştığımız Hezarfen'i görenler Boğaz Köprüsü görmüş kadar sevindi. Zira kör itin bile ölmeye tenezzül etmeyeceği bir noktada konumlanmıştı mekan. "Çadırı kuralım, haydi hop!!" diye basın tarafına akın ettiğimizde yanımıza kalan yegane unsur çamur oldu. Ayakkabımı tanıyamadım; Yeti'nin çamurlanmış versiyonuna dönmüştüm. Neticede Burn arkasında kamp yapılmaya karar verildi ve ne de memnun kalındı.

Saat 12'de "Du bakalım Aydilge Suede söyleyecek mi?" diyerek Burn'e koştum. Tabii boşuna yorulmuşum. Son derece başarısız bir ses sistemi ve Aydilge izleyip bir saatimi boşa geçirmek, festivalin açılışını hiç de görkemli yapamadı gözümde. Yine de kızımız "Bimbambom"u kavırladıktan sonra dahi alanı terketmediğim için sabırlı sayıyorum kendimi.

Aydilge sonrası kendime gelme çalışmalarını başarıyla yürüttükten ve Hayko Cepkin ile Yüksek Sadakat performansını en uzak noktada durarak atlattıktan sonra tekrar Burn'e geçerek Pet Shop Boys tribute'u West End Girls'ü izledim. Batılı kızlar son derece hazırlıklı gelmişlerdi ve pek de keyifli şarkılar seçilmişti. Üstelik kartpostalları da yanımıza kaldı.

Performans arkası hiç beklemeden ana sahneye koşmam gerekti zira Mercury Rev'e geçiş sırasıydı. Konsere katılım oldukça azdı ama grup tam formundaydı. Özellikle vokalist Jonathan Donahue'nin meşhur kanat çırpma hareketini ve gitarla oynadığı oyunları izlemek pek keyifliydi.
Mercury Rev'in inişiyle sahne, Rakın Kok'un en iyi üçüncü performansı olarak addettiğim Gogol Bordello'ya kaldı. Adamlar Red Bull kazanına düşmüş gibiydiler ve tam bir teatral ekip olduklarını herkese kanıtladılar. Özellikle vokalist Eugene'in kostümüne bayıldığım hanım kızımızı yakalayıp yakalayıp mikrofona haykırtması pek hoştu. "Start Wearing Purple" ve "Madagascar" ise kusursuz... Yalnız Eugene'in backstage'e giren tüm kızların dudaklarına yapışması "Yeni bir Hugh Hefner mı doğuyor?" tartışmalarına yol açmadı değil. Her sene bekleriz, ırzımıza geçilmeden...

Gogol sonrası Şebnem Ferah'a yaklaşmadım, sinevizyondan dahi görmedim ve zerre pişman değilim. Zira dayanabilme kapasitemin en son sıralarına denk düşen Ferah'ı dinlemeyi tercih etmeyip bir köşede ferah ferah yemek yemek çok daha fazla işime geldi.

Eh dinlenmiş ve yenilenmiş biçimde Kasabian'a geçtiğimde umut doluydum fakat neye yaradı? Sıfıra sıfır, elde var sıfır. Kasabian, beklediğim çok altında bir performans ve %80'i yeni albümden oluşan playlist'iyle hayal kırıklığına uğrattı. Hele ki solistin "No drugs!! İstanboouulll!! Hobaaa!!!" tavırları sayesinde iyiden iyiye soğudum. Küstüm Kasabian'a, gelmesinler bir daha... Geleceklerse de sadece "LSF" çalıp insinler.

Peki Muse? Hiç beklemezdim. Gerçekten kaliteli bir performans sergilediler ve benim gibi Muse'la ilgisi olmayan insanlara bile single'larını nasıl ezberlettiklerini gösterdiler. "Hysteria", "Showbiz" ve "Plug In Baby" enfesti. Belki de Muse'un en büyük artısı, şarkıları yüksek tempoda seçmiş olmaları ve müthiş ışık ve sahne sistemleriydi. Aferin, 4!

Birinci gün bitti. İkinci günü bayinizden ısrarla isteyiniz.

Hiç yorum yok: