7 Eylül 2006


2.GÜN- 3 EYLÜL

İkinci güne ben kafadan en öne kurulmamla başlayayım iyisi mi; zaten başka bir yere kıpırdamadım.

Saat bir civarı tam da en ön-en ortada durmak üzere karar vermiştim. Zaten 11 saat ne demekti ki? Göz açıp kapayıncaya kadar geçerdi.
Nah geçermiş...

Saat iki itibariyle Ogün Sanlısoy'la açtık tarifeyi. Gördüğünüz gibi gece vakti gündüz tarifesi açtırmaya benziyor tıpkı; ucuz. Ancak Sanlısoy'un ekibi çıktığında şaşkınlık mimiklerinden mimik beğendim zira "Bizim Bijen" gitmiş adamın gitaristi olmuş. Zaten o çocuğun yarattığı dumurun haddi hesabı yok; bir ara Mor ve Ötesi'nin albüm kartonetinde de ismi geçiyordu.

Ardından sıra Vega'ya geldi ki en iyi Törkiş performansın Vega'ya ait olduğunu söyleyebilirim. Deniz'in "evimizin kızı" halleri, Bülent Ersoy dansları ve seçtiği "şık" repertuvar sayesinde çok eğlenceli 50 dk. geçirdik. Ama tam 50 dk. geçirdik; zira saat 16.11'de, daha Deniz veda bile etmemişken sahneden indirdiler grubu. Organizasyonun zayıf halkalarından en basiti... Seneye ya da ondan sonraki senelere vega'ya teklif bile götürmesin Pozitif ekibi, red cevabının yüzlerine yapışacağı kesin!

Saatler beşe yaklaştığında sahnede Reamonn belirdi. Grubun "haliyle" bildiğimiz tek şarkısı "Supergirl" olunca katılım düşük seviyelerde kaldı. Yine de Alaman solistin pek eğlendiğini söyleyebilirim. Grubun bateristi de çok başarılıydı ayrıca, bol bol kritiğini yaptık. Bu arada "Grubun ismi solistin isminden geliyor." dediğimde "Haağyııırr o soyadııığğ!!" diyenlere de tokat şeklinde bir cevabım olacak: adamın adı Reamonn'mış, oh olsun!

Geçiyorum Duman'a. Bu saate kadar gülüp eğlenmiş, önlerde sıkışmadan rahat rahat zıplayıp hoplamıştık. Fakat Çin işkencelerine taş çıkartacak saatler tam da bu noktada başladı. Arkada Haçlı Seferleri'nin başladığına dair emareler vardı; zira tüm bölge üstümüze yıkılmıştı. Demir tam da kabuga kemiklerimi ezmeye başladığı anda, İsa gibi gökyüzüne çıkacağımın hayallerini kurmaya başladım ben de. Duman her zamanki gibiydi; sıkıcı, çıplak ve böğürtken. Ama imdadımıza koca koca balonlar yetişti ve kısa süreliğine de olsa çocuklar gibi şendik. İki kaburga kemiğimden arınmış olmanın hafifliği de vardı üzerimde tabii... Bu arada şansa bakın ki konser sonrası Kaan'ın penası tüm duman hayranlarını es geçip benim önüme düştü. Aldım cebime attım. Fender'miş. Gitara başlarsam kullanırım.

Duman indi, Sisters Of Mercy çıktı. Adamların belirmesiyle öndeki insan sayısı da iki katına ulaştı. Artık yalnızca arkadan ittirilmiyor, sağ ve soldan da baskı altında bulunuyorduk. Öyle ki resmen istiflenmiş sardalye kıvamında boncuk boncuk dizilmiştik. Allahtan daha önce şişelediğimiz sularımız imdadımıza yetişti. Arkadaşım birini kaptırmış olabilir ama diğeri çok işimize yaradı.
Sisters performansı bitmek bilmedi. Tüm beklentilerimi de sönmüş balona çevirdi. Sıkılmaktan dahi sıkıldım konser sırasında. Ayrıca şöyle de bir gerçek var; adamlar göz göre göre pleybek yaptı. Dandan davul sesi geliyor ama sahnede davul yok. Gitar sesi geliyor, gitaristin eli kımıldamıyor. Ya sihirbaz takımı getirdiler önümüze ya da yuh olsun Sisters Of Mercy'ye...

Sisters ardından katlanan kalabalık bizi artık yalnızca parmaklarımızı hareket ettirebilecek kıvama getirmişti. Kan, ter, bilimum bulaşıcı hastalık, ne varsa zerreler halinde üstümüzde dolaşıyordu. Ama Editors belirdi; tüm olumsuzlular köşeye atıldı. Adamlar bu kadar mı sevimli, enerjik, başarılı, heyecanlı olabilirdi... Hem üstüne "All Sparks", "Bullets", "Fingers In The Factories" ve "Munich" çaldılar ki Editors'a tapınma sebeplerime yenilerini ekledim konser sayesinde.
Tabii assolist hadiseyi sona bıraktım: solist Tom'un döktüğü biraya basıp önümüzde yeri öpmesi. Zaten her yerim ağrıyordu, bir de gülmekten karnıma ağrılar girdi tam oldu. Ama Tom düşünce gitarı öyle bir parçalamıştı ki çürüğe çıkan aleti seyirciye fırlattı ve "ohaaa gitar uçuyor ulaaann!!" nidalarıyla güzelim alet şanslı bir ele ulaştı. Halbuki bana ulaşmalıydı; neden? Elimde tam da ona yakışacak bir pena vardı da ondan. Gitar da Fender'di. Ağlıyorum...

Veeeeee yüzyılın beklenen anı: Placebo. Sahneye Infra-Red'le çıkan ca'nım grubum ağırlıklı olarak yeni albümden çalmış olsa da en sevdiğim Placebo şarkısı "Special K"i arayı sıkıştırmayı başardı. Özel olarak tineyçliklerim kısmında anacağım bir dizi hareketi de bu şarkıda gerçekleştiren "Brian'ım Nancy Boy'um Molko'm" müthişe yakın bir performans sergiledi.
Ama burada performans yerine bir takım dedikodulara yer vermek istiyor gönlüm.
Birincisi Brian'ın saçlarına ak düşmüş. "Nereden gördün?" diye soranlara 11 saati kapak eder, en ön-en ortada olduğumu tekrar tekrar tekrarlamak isterim.
İkincisi Stefan gerçekten de masallardaki devlerin boyutlarındaymış ama pek de sıcakkanlıymış. Öyle ki önümüzde bittiği her anda hem gülümseyerek selam vermesi, hem de o işveli pozlarıyla pek sevdirdi kendini.
Üçüncüsü Brian'ın içindeki Tecavüzcü Coşkun'u çıkartmış olması. Öyle ki birinci bis öncesi besmele çekmeden stefan'ın üstüne atlayan Bri (artık samimi olduk, kısaltma kullanabilirim) Stef'i (onunla daha samimiyiz) defalarca öperek helali yaptı. Tıp gelişse de bir Cody de Stef'ten yapsa Brian. Ama tıp gelişmeden benden de yapabilir; açık çek...
Peki grubun sapıklıkları bu noktada bitti mi? Oh no no!! İkinci bis öncesi bu sefer de Stef'in libidosu şahlandı ve tabir-i caizse Brian'ın arka nahiyesini avuçladı. Gördüğünüz gibi baba olabilirler, otuzuna gelip göbek bağlayabilirler ama hala seksüeller. Yerseniz...
Dördüncü ve en mühim dedikodum playlist. Bir arkadaşın ele geçirdiği orijinal şarkı listesinde gördük ki meğer bisler bile planlanmış. Kandırıldık a dostlar. Aslında boşu boşuna "bis bis bis!!" diye haykırmışız anlayacağınız. Zaten bis dediğin ne zaman yapılır? Normal konser süresi bitince. Ama Placebo bis'leri de normal konser süresi içinde yapıp kalbimizi parça pincik etti. Bir dahaki sefere telafi isterim.

Tineyçliklerim köşesi:

  • Special K'de Tarkan konserine gelmiş kızlar gibi bağırmaca, gözleri dolmaca.
  • Stefan'a parmağımın ucuyla dokunmaca.
  • Brian'la Post Blue esnasında göz göze gelmece.


Vallahi de bu kadar. Daha kötüsünü yapmadığıma dua edin.

Gece sonunda ne kadar yorulduysam bunu yazarken de o kadar yoruldum ayol. Siz okuyun ama, küserim...




Hiç yorum yok: