28 Kasım 2006

KEMANCI BAŞIMIN TACI

Kemanıyla bana bir ses verebilseydi eğer, bu sesiyle bana erse dünyaya değer...
Bayanlar baylar, karşınızda güzel insan Patrick Wolf!

Küçücükten boynu keman iziyle işlenen Wolf, seksenüç neslinden. Ancak henüz onaltı yaşındayken müzik grubunu toplayıp farklı bir ülkeye göç edecek kadar gözüpek bir özgürlük delisinden bahsediyoruz; hayatın bir an önce olgunlaştırdıklarından...
Delikanlı, yaşından beklenmeyecek bir olgunlukla mahşer meydanından canlı yayın yapıyor bizlere. Pare pare atılan top sesleri gibi notalar ve en önde atının üstünde ilerleyen imparator. Güzel sese aşık olanlar bu müzik şahının önüne kapanıyor.
Sürekli değişen keman sesi akordeonla birleştiğinde geçit törenini aratmayacak bir sahne beliriyor gözümüzde. Biraz Amadeus gibi Wolf, zira 1800'lere kanat germiş keman gıcırtıları yerini bir anda synth'lere bırakabiliyor.
Alçaktan başlayan uçuş yükseliyor, yükseliyor ve etrafı cehennem ateşi sarıyor.
Ne Wolf ne de kemanı bir dakika olsun yorulmuyor!

2003 yılında "Lycantrophy" debüsüyle henüz ham meyve çağındaki akranlarının aksine olgunlaşıp birçok kulağın mezesi haline geliyor kurt adam. Peki yirmisine kadar biriktirdiği hikayeler tineyç vızıldamalarıyla dolu bir çöp poşeti mi yoksa "aman tanrım, bu ne güzellik!" kategorisinden mi? İkinci şıkkı mürekkebim bitene dek işaretlemek boynumun borcu.
Lycantrophy'nin önde gelen simaları London, To The Lighthouse ve A Boy Like Me. London'ın açılışı Big Ben kadar görkemli. Virginia Woolf kitabının adaşı To The Lighthouse ise saf huzur ilacı. Fakat albümün en göz alıcı şarkısı A Boy Like Me. Naiflik kokan şarkı "Benim gibi bir çocuk hem dokuzunda hem doksanındaymış" dizesiyle açılıyor ve özellikle "hem karman çorman bir hayatım olsun hem de doğuda bir yazlığım" kaousuyla ergenlik krizlerine tercüman oluyor.

2005'te ise ikinci albüm "Wind In The Wires" görücüye çıkıyor. Bu albümün baş tacı, hayatımın şarkılarından The Libertine. At nallarıyla çınlayan şarkıda özgürlük delisi bir gezginin (acaba kimdir kimdir?) yol hikayesi anlatılıyor. Şarkı adrenalin kapsülü gibi; nefesi hızlandıran, göğsü sıkıştıranlardan...
Ancak Ghost Song ve Teignmouth da yabana atılmayacak, göğse basılacaklardan. Yine acemi işi bu albüm, fakat Wolf'un acemiliği bile profesyonellik kokuyor.

2007'de yeni albüm "The Magic Position" düşecek kucağımıza. İki yeni singıl Accident and Emerge"ve Godrevy Point şimdilik myspace'ten dinleyebildiğimiz şarkılar. Anlayacağınız kıpırdanarak beklemekten başka çare yok. Ama ben Wolf'un arkasından damacana ile su döktüm tez dönsün diye!

Patrick Wolf'tan uygun bir ücrete keman dersi alınır. Ah yanında daha neler yapılır!

18 Kasım 2006

DAĞLAR KIZI REYHAN

Nil Karaibrahimgil'in ecnebi versiyonu kapınızda! Üstelik beş para etmediğinden nakit veya kredi kartıyla alımda kar ediyorsunuz.

Joanna Newsom denilen Heidi modelidir konumuz. Dinlememiş olmanız muhtemel olup dinlemişseniz hangi ruh halinde gezindiğinizi merak etmekteyim; zira ben koyun saflığı moduna girerek kendimi dağa taşa vurma isteğindeyim.

Detonelik konusunda tarih yazmış Joanna, 2004 yılında çıkınına doldurduğu şarkılardan oluşan ilk albümü "The Milk-Eyed Mender"ı çıkartır. İşte İsa'nın çilesi de tam burada başlar. Arp sesiyle dolup taşan albüm teoride güzel olması gerekirken pratikte insana "Otomatik Portakal işkence serisi" yaşatmaktadır. Devendra Banhart'ın da nasıl olduysa karıştığı albüm özellikle "Sprout And The Bean" ile tırmık etkisi yaratmakta, "Sadie" ile ise tarifsiz duygulara yol açtırmaktadır.
Hele o Sadie diyerek çığırma işlemi ineklerini otlatırken birini kaybetmiş de onu arıyormuş gibi tınlamaz mı! Korkuyorum alimallah!

İkinci albümü "Ys" ise "Elm Sokağı 2" etkisiyle eşdeğerdedir. Beş şarkılık Ys'in kartonetine bakıldığında sözler gayet güzel olup Joanna'nın sesi yine tüm hadiseye turp sıkmaktadır. Bu tazecik albümün raflarda tozlanıp görünmeyecek hale gelmesini diliyorum.

Bana duygu ver Joanna, bana vızıldamayan bir yorum ver!
Bana umut ver Joanna! Bana seni Cocorosie'ye benzeten özelliğini göster!
Dağa kaçtı değil mi?

5 Kasım 2006

ÜŞÜDÜM ÜSTÜMÜ ÖRTSENE ANNEM

Boş vaktin 1/24 olduğu zamanları bilirsiniz. İşten kaytarmak için atmayacağınız takla yoktur. Tam da böyle bir zamanda, ani karar mekanizmam sayesinde aldım İklimler biletini ve sorumluluk duygusunun verdiği huzursuzlukla koltuğa yerleştim.

Nuri Bilge Ceylan'a ait Fibresci ödüllü Cannes portakalı İklimler, fragmanındaki buz gibi görüntülerden uzak bir filmmiş meğer. Deniz kenarına iliştirilmiş eski bir dost muhabbetiyle açılan perde ilk dakikadan yakalıyor insanı. Dil öyle samimi ki sanki elinizde bir kamera, sandalyeye oturmuş da bu muhabbeti çekiyormuşsunuz gibi. Burada oyunculuğu fena halde eleştirilen Ceylan'ın avukatlığını yapmak durumundayım. Hem Uzak'ta gördüğüm Ceylan'dan daha başarılı bir oyuncu duruyor karşımda, hem de senaryo spontane işlediğinden takılmalar veya yapmacık diyaloglar yok. Ayrıca özellikle ilk yarıya hakim kara mizah öğeleri, anne baba veya öğretim görevlisi muhabbeti gibi, içten bir gülümseme nedeni oluyor.

İkinci yarıda ise filmin asıl konusu sessiz sedasız işlenmeye başlıyor. Terkedişler, başlangıçsızlıklar...
Peşinden kilometrelerce uzağa gidip yalvardığı kadının gözüne baka baka yalan söyleyen bir adam. Soğuk, Ağrı, kalp ağrısı, minübüs sahnesinin çarpıcılığı, birden biten ya da bitmiş gibi görünen bir hikaye, insanın hem içini hem dışını üşüten binbir ayrılıkla dolu bir sahne kareler hakkında hem gözünüzden hem de zihninizden geçiyor.

Filmin Ceylan dışındaki oyuncuları ise durgun güzelliğini özellikle karlı sahnelerde aklımıza işleyen Ebru Ceylan ve hafif meşrep Serap rolündeki Nazan Kesal. Özellikle filmdeki en çarpıcı sahne olarak akla kazınan, Irreversible'dan sonra gördüğüm ikinci rahatsız edici cinsel münasebet sahnesindeki rolüyle Kesal'in hakkını Kesal'e vermek lazım. Ve elbette çatalını sergileyen fındık fetişisti N.B Ceylan'ı da cesaretinden ötürü kutlamak. Animal Nitrate dedikleri bu olsa gerek; adam karısından soğumuş herhalde.

Karla kaplı film bittiğinde dışarı çıkıp Ankara'ya yağan ilk karı görmek ise bu güzel kareleri tamamlayan perdedışı sondu. İroniyi de severim tesadüfleri de. Ama bu kadarı da fazla!
Nuri Bilge Ceylan'ın cebimize sıkıştırdığı teşekkür mahiyetli hediye paketleri gibiydi bu kar taneleri. Ağzımın kenarına tüneyen bir damlayı yutup gülümseyerek ben de Ceylan'a teşekkür ettim. Hem günümü güzelleştirdiği, hem iklimimi değiştirdiği için...