30 Ağustos 2006


CUMAYA GİTTİM; GELİCEM...

Eh artık tatil içinde tatil yapmanın, İstanbul nemine dalmanın vakti geldi.
Müsaadenizle ben bir Rakın Kok izleyip döneceğim. Müsaade etmezseniz de keyfiniz bilir.

Sağlıcakla... Üşümeyin, üşütmeyin!

26 Ağustos 2006

KIZ SİZ PARİS'İN NERESİNDENSİNİZ?

Bonjour monsieur, Bonsoir mademoiselle! Kulağınızın aşina olduğu sesler üzerinde biraz oynamaya ne dersiniz?

Nouvelle Vague, Türkçe'siyle "yeni dalga", Portekizce'siyle "bossa nova", aslında Pedro Almodovar filmleri izleyenlerin son derece alışık olduğu bir müzik türü/ artık grup. Şöyle ki "dum tak tıka tak" ritimleri sarıveriyor bedeninizi...
Fransız müzisyenler "Marc Collin" ve "Olivier Libaux"nun hayata geçirdiği bu konsept grubun yaptığı müzikte sorular bildiğimiz yerden çıkıyor: Kavırlar... Peki bu kavırları kimler yorumluyor?: Kadınlar... Üstelik bu kadınlar yorumladıkları şarkıları daha önce hiç duymamışlar.

2004 çıkışlı "Nouvelle Vague" albümü, en çok çizdiğim cd'lerden biri. İçinde Joy Division nirvanası "Love Will Tear Us Apart", Tuxedomoon'un gözyaşı spreyi "In A Manner Of Speaking", The Clash'in efsanevi şarkısı "Guns Of Brixton", Dead Kennedys'i tanıma vesilem "Too Drunk To Fuck", kuş seslerinin ovalara yayıldığı The Cure evladı "A Forest", 80'lerden kalma en sevdiğim şarkılardan "A Flock Of Seagulls- Wishing" ve tabii isimlerinin başlıca İngiliz temsilcisi, new wave'in efendisi Depeche Mode'un "Just Can't Get Enough"ı... Hepsi ama hepsi enternasyonel kadınlara ait iç gıcıklayıcı yorumlara bağlanmış. Özellikle Melanie Pain'dir ağrı kesicim. Gözünüzü kaparsanız Haiti sahillerinde hindistan cevizi suyu içiyor gibi hissetmemeniz imkansız...

Bulunduğumuz yılda ise ikinci albümlerini yayınlayan grup, debut kadar olmasa da yine çok başarılı ve titiz bir şarkı listesiyle çıkıyor karşımıza. Öncelikle favorimi söyleyim ki farklı bir yerde dursun: Bauhaus kavırı "Bela Lugosi's Dead". Önceki albümde bir "Sisters Of Mercy", bunda "Bauhaus" ile goth'a gönül vermişlerden makas alıyor Nouvelle Vague.
Diğer güzellikler "Buzzcocks- Ever Fallen In Love", "Echo And The Bunnymen- The Killing Moon", "New Order- Blue Monday", "Blondie- Heart Of Glass" ve "Buzzcocks- Ever Fallen In Love"...
Bir rivayete göre, hisli bir pazartesi gecesi parlayan mehtabın altında camdan bir kalp gömerseniz toprağa, aşık olduğunuz kişi tez vakitte bağlanacaktır size...

Dozunda gömünüz... Doz aşımı dinleyiniz...

23 Ağustos 2006

HOP Kİ ÜÇ DÖRT!!

Balkanlardan gelen sıcak müzik akımı "Gogol Bordello" 2 eylül Cumartesi günü İstanbul'da. "İyi de Gogol Bordello ne güzel kardeşim, yenilir mi o?" sorularını sıkça duyduğum bugünlerde etrafımdaki güruh canıma yettiğinden şimdi bu grubu es geçmişler için bir iki kelamım olacak. Tanıyanlara ise "Küt Küt Atıyor Kalbim" şarkısını armağan ediyorum hislerine sauntirek babında...

Ukraynalı hemşehrileri "Gogol" ile İtalyan genelevi "Bordello"yu toplayarak isim bulmuş grup son birkaç senedir komşu ülkelerde adını bolca duyurmasının ardından Amerika'lara kadar yayıldı. neden? sahne performansını gören bir şahsiyet gelecek sefere yanındakileri de sürükleyerek götürmeye kalkarsa ve bu zincir "Titan Saadet Zinciri" kıvamına gelip "gerçek saadet" satarsa yolunuzun nereye düşeceğini kestiremezsiniz...

Gogol Bordello'nun punk müziği alıp Balkan müziğine katması ile pek leziz bir çorba tadıyoruz. Öyle ki punk modasının yaratıcısı Vivienne Westwood'un görse Kızıldeniz misali çat diye ortadan ayrılacağı solist "Eugene Hütz" hem kaytan bıyıkları hem de punk usulü terbiyelenmemiş kıyafetleri ile sahneye çıktığı andan itibaren aura'lar gökkuşağına dönüyor; etraf aydınlanıp coşuyor; adrenalin sel olup akıyor. Özellikle "Start Wearing Purple" ve "Madagascar"da azıcık İngilizce azıcık Ukraynaca kotarılan sözlerin ve kemanından akerdeonuna müzik aletlerinin cazibesi ile yer düşman gelecek size!

O yüzdendir ki Rakın Kok'a en yumuşak ayakkabılarla gelmeyi unutmayın; hatta mevcutsa kırmızı dans pabuçlarınızla gelin; zira bir an bile durmayacağınızın taahütü benden...

21 Ağustos 2006


HANÇER YARASI DEĞİL "THE KNIFE" KURŞUNU DEĞDİ

The Knife, 2006'nın elması kızaranlarından. Sınıfı öyle bir geçti ki karnesi yıldızlarla süslü...

Milenyumun ilk ayağında debutleri "The Knife"ı yayınlayan kuzeyli kardeşler, 2003 çıkışlı "Deep Cuts"la ödüllerden ödül beğenip sıra 2006 harikası "Silent Shot"a geldiğinde billboard'lara mıhlanmayı bildiler.
Elektronik müziğin son birkaç yılda nasıl da yol katettiği aşikar. İşte The Knife da alternatife gönül verenler üzerinde tıpkı Fischerspooner, Lcd Soundsystem, hatta vatandaşları Röyksopp gibi büyük bir etki yaratıyor; ki müziklerinin en çok da Röyksopp'a yakın olduğunu söylemeliyim.
Zaten vokalist Karin Dreijer de fazlasıyla aşina bir isim. Zira Röyksopp'un müzikal deprem etkisi yaratan şarkısı "What Else Is There"de vokaller Karin'e ait. Gerçi kızımızın sesi o kadar "farklı" ki zaten nerede duysanız ayırt edebileceğiniz cinsten. İsveçli olmasının getirdiği aksansa pek yakışıyor buz yorumuna...

Grubun bir güzelliği de hem cinsiyet ayrımına karşı olup hem de fotoğraf çektirmekten kaçınmaları, sadece müzikleriyle anılmak istemeleri. Bunun içindir ki ikili kah yüzlerine bir maske geçirip çıkıyor sahneye; kah karaltılar içinde poz veriyor. Eh bize de tebrik etmek düşüyor.

"Deep Cuts"tan Girls' Night Out, Pass This On ve Heartbeats sizin olsun. "Silent Shot"dan Marble House ve Silent Shot'ı, hatta yeni single "We Share Our Mothers' Health"i de alın...

Ama yara bandınızı da hazır bulundurun ki The Knife'ın dumtıslarla çizdiği kalbiniz fazla kanamasın...

18 Ağustos 2006

BABYSHAMBLES'DAN HAMLE

Babyshambles dağılıyor mu? Pete Doherty ve Carl Barat yeniden Libertines çalışmalarına mı başlıyor? Carl ve Pete beraber yemek yemişse Pete Kate Moss'u aldatmış olur mu?

Üçüncü soru hariç diğer iki soruyu birleştirerek sizlere mevsiminde toplanmış hormonsuz çilek kadar taze bir haber veriyorum şimdi. Shambles hayranları varsa kemerlerini taksın ki yudum reklamlarına dönmesin işimiz:

Babyshambles'ın ikinci albümü yolda. Hem de dokuz ay 10 gün beklemeye gerek kalmadan, Eylül'de doğuyor. Henüz on şarkıya dahi ulaşılabilmiş değil ancak "Beg, Steal or Borrow", "French Dog Blues", "I Wish", "The Blinding", "Fixing Up To Go" ve "Sedative" gibi şarkıların varlığı kesin.
Albümün adını da MTV News'tan öğrenmiş olup dikkat eksikliği nedeniyle şu anda hatırlayamamakta, dolayısıyla da paylaşamamaktayım. Ancak kim ki yardımını esirgemeyip beni hipnoz ederse bu devlet sırrına ulaşmış olacaktır.

Yine de sizlere bir kıyak geçip yeni şarkılardan "Beg, Steal or Borrow"u indirebileceğiniz yegane link'i tam da buraya koyuyorum: İndirin; kaçmasın!!

Bu arada unutmadan üçüncü ve sona sakladığım sorunun cevabını da vereyim. Magazin dünyasına hoşgeldiniz:
Kate Moss ve Pete Doherty bu haftasonu İbiza Adası'nda evlenmeye karar vermiş ve parti organizasyonunu çoktan tamamlamışlar. Eğer ki birinden biri sızıp kalmazsa tarihin önemli vakalarından birine tanıklık edeceğiz. Hayırlı, uğurlu olsun; bir de oğulları olsun...

Ekleme: Albüm adı "What Goes On Tour Stays On Tour". Hem aslında on şarkıya da ulaşmışlar; panik yok; dağılın!

17 Ağustos 2006

GÜN IŞIĞI, AZ IŞIR MISIN?

Başlık sadece bir mesajdı; siz ona bakmayın. Sıcaklardan mıdır nedir iki üç notaya bağlı, yormayıp da tatlı tatlı esecek şarkılara bağımlıyım bu aralar. bir yazı aşağıdaki The Strokes'un yanısıra şimdi iki örnek daha vereceğim.


Birincisi "Kings Of Convenience- I'd Rather Dance With You"... Bütün bir kış boyunca bu şarkıyı o kadar çok es geçtim ki şimdi pişmanlıktan sürüm sürüm sürünüyorum; yine de utanmadan açmış dinlemeye devam ediyorum. Şarkı, karşı konulamaz bir salon dansı isteği doğuruyor; kabarık etekler, Plath saçları... Türkan Şoray gibi swing, swing, swing yapma arzusu... Yıl boyunca tek bir kitap bile okumayıp izlediği yegane filmi de sevmeyen çocuğa "Sus bakayım, kalçalar sağa sola!" deyip çocuklaşma dürtüsü...

İkincisi "The Kooks- Naive"... Bu Bowie'den isim çalan cücelerin tam da adı gibi naif bir şarkıyla çıkmış olmaları takdire şayan; fakat benim Naive'de takıldığım nokta nakarat kısmı ve vokal Luke Pritchard'ın arabesk gırtlağı. Öyle ki Küçük Emrah'tan İngilizce şarkı dinliyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz ve siz de tam o sesle söylemeye başlıyorsunuz. Üstüne basa basa "ğ" çalışmaya razıysanız emin olun bu şarkı sizi de kapana kıstıracak.

Sözüm size yaz günü albüm çıkaracak şahıslar... Böyle şarkılar yapın ki bunalımlara girmeyelim; eğlenip dans edelim. yüzümüz güleçleşsin...
Hadi bakalım şimdi: sol sol la sol...

13 Ağustos 2006

DÜNYAYA GELDİK BİR KERE

The Strokes 70'ler denizine daldığı ilk albümle rekorları kırıp "the- s" gruplarından on yüz bin milyon tane daha yaratmayı başarmış olabilir. Kısacık "Is This It"in her bir şarkısı birbirinden leziz olabilir. Ve hatta debut sonrası gelen "Room On Fire" ve "First Impressions Of Earth", The Strokes'un bir ileri iki geri gittiğinin kanıtı olabilir.

Fakat "First Impressions Of Earth"ten çıkan bir yeni single var ki benden içeri: You Only Live Once

İlk albümden kalma tatlı agresiflik, amatörlüğün verdiği tat, "catchy" melodiler... Salı pazarı gibi bir şarkı yapmışlar, ne ararsanız var.
Üstelik klibi de bu aralar izlediğim nadir iyilerden. Hani çamur banyosu dedikleri, kanalizasyon çukuruna düşmek dedikleri bu olsa gerek; biz de üstümüze beyazları çekip "Kirlenmek güzeldir!" diye haykıran Omo reklamı karakterlerinden mi olsak, ne yapsak?

Neticede söylemeyenin bir yüzü, izlemeyenin iki yüzü kara...
Bas bas paraları The Strokes'a bir daha mı geleceğiz dünyaya!!


8 Ağustos 2006

BİR DAHA ÇAL SUFJAN!

bakın size küçük emrah hikayelerini aratmayan bir adamdan bahsedeceğim şimdi: sufjan stevens

sufjan daha birkaç günlükken biyolojik annesi tarafından bir evin önüne bırakılır. kundağında elbette "ona iyi bakın" yazmaktadır. maddi durumu hiç de iyi olmayan yeni ebeveynler yine de bu yavrucağı alır, evin diğer üç çocuğuna kardeş olarak belletir ve ona bir islam kahramanı olan ebu süfyan'ın adını verir. işte bu hikaye tam da michigan'da, yani sufjan'ın daha sonra adına koca bir albüm yapacağı şehirde geçmektedir.

bu roman karakterlerine taş çıkartacak halk ozanının hem yürek dağlayan, elliot smith tadında hem de "e ama oturmaya mı geldik?" bazlı şarkıları mevcut. hristiyanlık temalarını, tanrı inancını, ailesine duyduğu şükranı ve belki de tek handikapı olan fakat yine de kusur sayılmayan vatan aşkını şarkılarına bol bol yansıtan stevens'ın aynı zamanda neredeyse tamamını kendi çaldığı şarkılarında bir büyük pay da banco, zurna gibi ortadoğu müziğine çok yakın enstrümanlara ait. yani stevens, evrensel müziğin abd şubelerinden belki de en işleği...

tabii bu işleklik durumu kendisini albüm sayılarında da göstermekte. 2000'den beri her yıl bir albüm çıkartan stevens, en çok da kafayı takmış olduğu "50 eyalet" projesiyle merak uyandırıyor. bu proje kapsamında abd'nin 50 eyaletine birer albüm çıkaracağına yemin etmiş adamımızın şu an "michigan" ve "illinois" için yaptığı iki adet cillop gibi albüm bulunuyor.eğer bu iki eyaleti gezecekseniz haritaya ihtiyacınız yok; alın sufjan stevens şarkılarını, kulaklığınızı takın ve bırakın bu müzikli rehberiniz sizi dolaştırsın. zira albümdeki şarkıların tamamı bu şehirlerin tarihi, doğal, insan öykülerini anlatıyor.2007'de ise oregon, rhode island yahut minessota'ya düşecek yollar...

stevens'la bağ kuracaksanız "they are the night zombies! they are neighbors! they have come back from the dead! ahhhh!" ile başlayın derim. isim morrissey şarkılarına meydan okuyacak kadar uzun olsa da daha çok görecekseniz bu satır dolusu adlardan.
ardından arcade fire tadındaki "chicago" ile tepeden bir izleyin şehri. sonra "demetrius"a geçin ve tam ortadaki zurna taksimini dinleyin; köklerinizi hissedin ve göreceksiniz bağımlısı oluvermişsiniz.

aslında kimi kandırıyorum ki? hepsini alın, hepsini yutun, zerre kalmasın!
bu adamın hikayelerini dinlememişseniz daha da müzik dinlemeyin...

2 Ağustos 2006


GERÇEKTEN, DELİCESİNE, DERİNDEN

fani dünyanın gazabından kaçıp yine de popun esiri olmak mı istiyorsunuz? masalsı liriklerin cazibesine kapılıp sürüklenmek mi arzunuz? falsetto sesleri sert seslere tercih mi edersiniz? "evet"se buyrun sizi arkadaki vahşi bahçeye alalım...

savage garden, iki albümlük kısa bir geçmişe sahip. ancak bu demek değil ki sabun köpüğünden ibaret. bilakis 1993'te vokalist darren hayes rahip okulunu bırakıp, dindar bir öğretmen olması yönünde çizilmiş kaderini kapının önüne koymasının ardından müziğe teslim olmuş; müzisyen bir aileden gelme damarını kessen nota akacak, eksiksiz tüm müzik aletlerini ustalıkla çalabilen daniel jones'la eşleşmiş ve avustralya'nın küçük bir kasabasında başlayan yolculuk kısa sürede dünya turuna dönüşmüştür.

her zaman "en sevdiğim on albüm" arasında yer alacak debut "savage garden" dan çıkan "truly, madly, deeply" grubun virajı geçip hızlanmasına yol açacak başlıca şarkı olup ayrıca çok da bilinen bir melodidir. zaten şarkı, VH1'ın "en sevilen 100 aşk şarkısı" içinde de bulunmaktadır. ancak hayallere bilet almış kızın öyküsü "to the moon and back", tekerleme niyetindeki "i want you", hayes' in sesini fütursuzca kullandığı "tears of pearls", nazar boncuğu "universe", gruba adını veren anne rice romanlarından kopup gelmiş "carry on dancing", dans dans dans temalı "violet", benim diyen rock parçasını cebinden çıkaracak "break me shake me", kelimelerin dünyasını anlatan "a thousand words", zamanın kısalığına dem vuran "promises" ve küçük bir pazar gezintisi tadındaki "santa monica" albümün kalan kısmında bir milimetrelik dahi boşluk olmadığının kanıtlarıdır.

ikinci albümleri "affirmation"la dingin sulara yelken açan grup, debut kadar başarılı olmasa da yine tadı kulağımızda kalacak bir esere imza atmayı başarmıştır. kirsten dunstlı klibiyle gönül çelen "i knew i loved you" ve özgürlük sonesi "animal song" albümün tanınan yüzü olup, asıl alamet-i farikalar, bir çırpıda söylenen ve içinde "abur cubur, zararlı olduğu için pek tatlıdır" gibi hoş tespitler barındıran "affirmation", iki kalp arası kurdele "crash and burn", kuvvetli veda baladı "two beds and a coffee machine" ve tül gibi hafif "gunning down romance"tir.

iki albüm ardından grubun medyatik yüzü darren hayes, egosuna yenik düşerek grubu dağıtma kararı almış ve solo çalışmalarına başlamıştır. fakat 2002'de çıkardığı "spin" albümü, içinde "insatiable" gibi nefes nefese bir şarkı barındırsa da albümün kalitesi savage garden çalışmalarınsan fersah fersah uzak bir tablo sergilemektedir. 2004te "the tension and the spark" adlı yeni bir albüm daha yayınlayan hayes'in bu albümü ilk solodan çok daha başarısız olmuş, adının aksine hiçbir fırtına yaratamamış, "i like the way" hariç esip geçmiştir. zaten hayes'in çıplak kadınlarla çektiği britney spearsvari videosu "popular" da durmak istediği basamağın aynasıdır.

hayes şu sıralar 2007'de çıkaracağı yeni albümünün çalışmalarına devam ederken bir yandan da medya malzemesi olmaya devam etmektedir, zira haziran ayında iki yıldır beraber olduğu sevgilisi "richard cullen" ile evlenerek yıllardır süregelen eşcinsellik tartışmalarını doğrulamış, bu sayede yeniden gündemde yer almayı başarmıştır.

daniel jones ise evlenip avustralya'da kalmış ve lokal gruplara prodüktörlük yapmaya başlamıştır. halen çizgisinden sapmamış halde sessiz sakin hayatını idame ettirmektedir.

neticede savage garden 90'ların unutulmazlarından, kelebek kadar kısa ömürlü fakat büyüleyici olanlardan...
grubu vahşi bahçelerine gömerken şu cümleyi sarfedip toprağı atıyorum şimdi:
"en azından cesedi yakışıklı kaldı."