23 Temmuz 2006

SIRADAN İNSANLAR, FARKLI SINIFLAR

dans pistlerinin vazgeçilmezi, kayıp insanların marşıdır pulp!

ıslak rüyaların, tamamlanmaya niyeti olmayan ergen krizlerinin, sokak kokulu geçmişlerin, "biri bizi gözetliyor" insanlarının intikamını almaya yeminli grubun gelmiş geçmiş en başarılı "ironi" topluluğu olduğunu bilmeyen var mı? varsa kapı açık, arkanı dön ve çık ey o "bir" kişi!!

grubun demirbaşı, taçsız kralı, adının başharflerini isa'yla paylaşan isa karşıtı jarvis cocker'ın "ingiliz serge gainsbourg" olduğunu söylesem hata etmiş olmam. zira onlar kadar sekse düşkün ve ağzının fermuarı bozuk iki söz yazarı, onlar kadar çatal fakat teatral sesli iki vokalist daha gelmemiştir dünyaya. üstelik jarvis cocker, gainsbourg tribute'u "monsieur gainsbourg revisited"de "je suis venu te dire que je m'en vais- i just tell you that i'm going" parçasını seslendirmiştir.

ukala jarvis, yazdığı her şarkıyla ayrı ayrı iç geçirtmiş, kimi zaman güldürmüş, kimi zaman daha az güldürmüş ama hep "helal olsun!" dedirtmiştir. örnek mi? hemen en çok bilinen şarkısı "common people"da yunanlı zengin kıza sarfettiği şu dizeyi (paragraf diyeyim) ele alalım ki laf giydirme sanatını öğrenelim, coşalım:

"mesela paran olmasın" dedim "ne komiksin" dedi, "öyle mi? bak bakalım senden başka gülen var mı burada..."

üstelik jarvis sadece söz yazımında mikropluk etmemiş, 1996 tarihli brit awards'ta, sahnede çocuk korosuyla salınarak şarkı söyleyen michael jackson'ın önüne atlamış, arka nahiyesini göstermiş, korumalar tarafından kovalanırken birkaç tur atmış, üstüne bir de tepelere tırmanmış ve bu müthiş görüntüsüyle bizim de gönlümüzde yükselip başı arşa değecek vaziyete gelmiştir. ancak o yıl pulp dünyanın en prestijli ödülü kabul etiğim mercury prize'ı da almıştır. dahası az önce sapkınlığından dem vurduğum haliyle, bir gece ansızın kız arkadaşının odasına tırmanmış, hemen ardından aşağı düşmüş; kaş yapayım derken göz çıkarmış, bunun yanısıra kafa kol çıkarmış ve neticede bir süreliğine tekerlekli sandalyeye mahkum olmuştur.

pulp, 83'ten 2001'e yedi adet albüm yayınlamış, bunlardan "his n hers", "different class" ve "this is hardcore" üçlemesi kulaklara taht kurmuştur. "his n hers" bir geçiş albümü, "different class" pulp'ın eğlenceli yüzü, "this is hardcore" ise acıklı tarafıdır. grubu tanımak için üçünü de dinlemiş olmanız şarttır. şarkı önermiyorum zira ayırt edemiyorum, hepsi çocuklarım gibi...
ama sözlerine dikkat etmenizi, jarvis' in ah ve oh'larına kanıp hayallere dalmamanızı tembihlemek asli görevim, zira jarvis (adı o kadar güzel ki hecelemek istiyorum) kanımca morrissey'den sonra gelen en mühim şarkı sözü yazarıdır.

bilen bilir, "pulp", "ucuz, basit" demektir fakat pulp'ın başarısı asla ucuz olmamıştır... ironisi de buradan başlamamakta mıdır zaten?

15 Temmuz 2006


FANTASTİK TÜRK KLİPLERİ

aşağıda göreceğiniz işbu incelemede kliplerin ortak özelliği yıllar sonra dahi hatırlanması olup çoğunlukla güldürmesi bazen de sadece "o neydi be!" dedirtmesi nedeniyle listede yerini almıştır.

vee motor!!

10- tuğçe san- neredesin: o yılların vamp kadını tuğçe san, tekerleme niteliğindeki sözlerini dört dörtlük bir kliple birleştirmiş; yılan derisi bir bluz ve pantolon giyip boynuna da koca bir piton dolamak suretiyle haftanın en şık bayanı olmuştur. yılanın tuğçe'nin kıyafetiyle aynı renk olması ise ayrı bir hoşluktur. boynuna yılan dolayan kız için bir alkış!

9- kutsi- aşkın gururu: yılın patlamasını gerçekleştiren kutsi; west side story, love story ve casablanca'dan sahneleri canlandırmakta ancak hangisinde daha kötü olduğuna bir türlü karar verdirtmemektedir. yine de esas kızın abisini bıçakladığı sahnenin en abuk sahne olduğunu söyleyebilirim. bunun dışında klip süresince geçen altyazılar klibin en şok edici kısmını oluşturmaktadır. hatta, az sonra ölü olacak gencin kutsi'ye sarfettiği "sarı benizli ödlek" lafı ile kutsi ve doktor arasında geçen "D: karın çok hasta. K:hastayı tanımlayın. D:ölüyor K: daha 24 yaşında..." diyaloğu en iyi senaryo dalında kutsi'yi oscar sahibi edebilecek niteliktedir.

8- hilal cebeci- ipe ipe geleceksin: hanım kızımız; jennifer lopez, kylie minogue ve shakira'nın klipte giydiği kostümleri birebir taklit ederek göz alıcı bir sahtekarlığa kavuşmuş, üstelik doğuş imzalı şarkının sözlerindeki "ipe ipe gelmek" kalıbı uzun süreler "türkçemi kaybettim bulamıyorum." nidalarını sayıklatmıştır.
hilal'i ipe ipe gönderiyoruz (ipen ipmiş ya hadi neyse...)

7- mirkelam- her gece: bir gecede meşhur olan maratonların ustası kareli ceketin hastası mirkelam, klibin başında vitrin bakmaya çıkmış gibi yavaş yavaş yürürken ne olduysa birden hızlanır ve olaylar gelişir. hayır hiçbir şey gelişmez, saçmalamayın. mirkelam gideceği yere biraz daha erken varır o kadar.

6- gençkan- kendimi kontrol edemiyorum: bu klibin çoğu bünyelerce hatırlanacağını sanmıyorum ama bir kere izlemek ömr-ü billah gülmeye yeterli. klipte almancı görünümlü gençkan elinde bir ispanyol gitar tutmuş baş parmağıyla çalmakta ancak ne hikmetse gitardan elektro sesleri çıkmaktadır. bu ispanyol görünümlü elektro gitarın klibin başından sonuna kadar başrolde olmasının yanısıra arkada "banu alkan dansı" yapan çılgın gençliği görmek de mümkündür.

5- zerrin özer- paşa gönlüm: özer, "topla toplayabildiğin kadar ünlüyü" senaryolu klibiyle şu an nerede olduğunu hatırlamadığım meydanımsı bir yerde toplanmış ve herkese yeni çıkacak şarkısını söyletmiştir. bugün klip yeniden izlendiğinde o zamanın one-hit-wonder simalarını görmek ve üstelik o simaların metamorfoz öncesi hallerini incelemek büyük keyiftir. başlıca buharlaşanlar: ajlan-mine, erdal, jale.

4- emel müftüoğlu- hovarda: yine bir ünlü geçidinin hakim olduğu bu sekansta emel, zengin kazanovaya aşık olan hovarda, fakir bir genç kızı canlandırmaktadır. özellikle seray sever'in femme fatale görünümü ve kızıl saçları, emel'in seray'a ait göğüs görünümlü su toplarını gördükten sonra kendi göğsünü yoklaması ve vitrin camını kırıp her nasılsa içerideki dükkan sahibini uyandırmadan elbise (ç)aldıkan sonra sahibenin önüne şişenin içinde 500.000 eski tl. bırakması klibin en hatırlanmaya müsait parçalarıdır. o elbise ise günümüz parasıyla 50 kuruş etmeyecek çirkinlikte pembe- mor, salkım saçak bir elbiseydi...

3- burak kut- yaşandı bitti: amerika'da çekilmiş çılgın burat kut şarkısının bir o kadar heavy metal klibinde burak kut motorsikletli, kanı kaynayan bir gençtir; aşık olduğu kız ise mafya babası bir delikanlının sevgilisidir. adamın kızı ferrari'siyle alıp götürmeye kalktığı fakat burak kut'un kara şimşekvari motorsikletiyle arabanın üstünden atlaması kanımca en aksiyonlu türk sahnesidir, adrenalin pompalamaktadır.

2- sertab erener- sakin ol: sürrealistlikte sınır tanımayan sertab, rolleri sezen aksu, sezen'in oğlu mithatcan, neslihan yargıcı ve levent yüksel'le paylaşmaktadır. sertab geyşa gibi bembeyaz suratıyla insanları sakinleştirmeye uğraşmakta; sezen kaşları birleştirilmiş ve yüzüne kocaman bir ben kondurulmuş bet suratlı,evde kalmış, gelinlikli bakireyi canlandırmakta; levent yüksel oradan buradan çıkan deliyi oynamakta; neslihan yargıcı'nın sürekli etrafta dolaşıp durmasının nedeni anlaşılamamaktadır. fakat en müthişi mithat can'ın rapçi görüntüsüdür. mchammer pantolonlarından giymiş mithatcan her sahnede, evet her sahnede, rap yapmakta fakat figürünü hiç değiştirmemektedir. arkada olan bitenden bi haber mithatcan nasıl öyle sabit durmayı başarmış ilginç...

1- orhan atasoy- gemiler: şu dakikaya kadar güldük, eğlendik. ama bir numaraya oturan klip cidden fantastik olup bir o kadar da etkileyici olduğundan artık ceketlerin düğmelerini ilikleme sırası... klibin arka planında sokak arşınlayan siyah elbiseli sarışın bir kadın görülürken ön plandan gayler, lezbiyenler, hırsızlar, travestiler geçmekte, bu siyah elbiseli kadın ise gitgide soyunmaya başlayıp sonunda erkek kimliğini ortaya koymakta, makyajını silmekte ama yürümeye devam etmektedir. görüntüler beyoğlu'dur, görüntüler sokak kokar, görüntüler bu ana dek izlenmiş en müthiş türk klibinden çıkmadır ve asla unutulmaz. sonradan teoman'la tanınan ve sözleri değiştirilmiş olan bu şarkı ise yeniyetmelerin aksine orhan atasoy versiyonuyla ezbere bilinir.

jüri özel ödülü: bülent ersoy- hani bizim sevdamız/mazallah: bülent hanım"efendi" kronolojik sıralamaya göre ilk sırada yer alan "mazallah"ta süt banyosu yapan kleopatrayı canlandırmakta, "hani bizim sevdamız"da ise sevgilisine küsmüş kırılgan genç kız oluvermektedir. birincisinin yaptığı hasar çocukluğuma, ikincisininki ise gençliğime yöneliktir. affetmiyor yine de ödülümü esirgemiyorum.


sepet sepet yumurta, sakın beni unutma(yın)... hadi şimdi cehennem olun!
MÜSAİTSENİZ ANNEMLER...

gece gece uykumdan uyandım, bir bardak su içip yeniden uzandım yatağa ve düşünürken düşünürken iş dönüp dolaşıp kendi mazime geldi, küçüldükçe küçüldüm zihnimde. işte o sırada aklıma "bizimkiler" ve tantanası düşüverdi. bir beyin fırtınası örneği okudunuz, bunu alana yanında kendi hatıraları da bedava...

bizimkiler, 80 kuşağının, az da doksanların, türk işi dallas'ıydı. ancak elbette bahsettiğim yalnızca popülerliği, yoksa şevket ile şükrü'nün şirketinin ceyar'ınkinin cirosu yanında mahalle bakkalı gibi kaldığı açık.
dizi, insanların iletişimini pencereden sürdürdükleri çok eski zamanlarda kalmış gibi; türkan hanım'ın çikolatalı kahvesinden içmeyi farz edinmiş, dedikoducu cafer, cafer'in kayınpederi halil (söyleyin kim hatırlamaz ki "halil pazarlama" melodisini), asker emeklisi kıvamındaki apartman yöneticisi sabri bey, karısı ayla hanım, ayla hanım'a platonik "yumuşak yumuşak ve dumkof halis",babası davut, annesi "nein davut!", horozu kolunun altında çöp kamyonu kaportanın üstünde "katil", katilin bir küs bir barışık ortağı "tak tak", pencere pervazı sarhoşu "benim adım cemil", sabri bey'le beraber en nefret edilen karakter olan ergun bey, ali, leyla hanım, bilge ve niceleri...

pazar günlerinin banyo sonrası keyfiydi bizimkiler; belki de çocukların ve ailelerin beraber izlediği, senelerce bayramlarla beraber ahalinin sahip olduğu tek gelenekti. anneye neden kahvaltıda hem çay hem de portakal suyunu aynı anda getirmediği sorulur, nazan'ın eve ayakkabıyla girilmesine izin vermesine şaşılır, sekreter demet'e ve şevket'in oğlu cem'e güzel-yakışıklı olduklarından dolayı hayranlıkla bakılır, dizideki tüm klişe cümleler art arda sıralanırdı dillerde. akıldan çıkmayan jenerik dahi televizyonun bir işe yaradığının en büyük kanıtlarındandır herhalde...

bizimkiler "çocuk olmak" demekti "çocuk kalmak" değil. kalabilseydim geçtiğimiz aylarda televizyonda yeniden izlediğim bir bölüm sonrası tiryakiliğim sürerdi. ama çiçek dalında, dizi yılında güzeldir. bazen çocukluğa kaçıp uykuyu kaçırmak da ancak böylesi anlarda keyiflidir.

13 Temmuz 2006

KALAN SAĞLAR BİZİMDİR

sırası geçse de yine de yazmaya değer birçok grup var hayatımda, bunlardan biri de uzun süredir kulağımda olup da bir türlü anlatmaya fırsat bulamadığım "the arcade fire".

kanada'nın soğuk havası sözlerinde gizli kocaman bir ailenin ortak projesi "the arcade fire". soyağacına bakacak olursak bir adet karı koca, birçok kuzen görebiliriz oluşumunda. onlardaki bu azmi gördükten sonra bi de bizim aileye bakıyorum, ellerine bi kaşık bi tencere alacak kadar müziğe yatkınlar işte, yoksa berklee vardı da biz mi okumadık yani değil mi efendim...

neyse geçtim tüm yazdıklarımı, yedi göbekten kurtuldum, the arcade fire'ın asıl ve iyi ki yaptıkları işe geldim... debut albüm "the funeral" benim gözümde best of niteliğinde aslına bakılırsa, albümde baştan sona cenazeyle karışık düğün havası hakim, ama işin en ilginç yanı her iki aktivitenin de evinizde yapılıyormuş gibi hissettirmesi... zaten bu melankolinin sırrı da the funeral'ın yapım aşamasında ailenin birçok ferdinin vefat etmesi. buna üzülmek mi yoksa albümün oluşumuna yaptıkları katkıdan dolayı içten içe (ve insanlık dışı elbette) sevinmek mi gerekir o sizlerin beyin jimnastiğiyle alakalı.

albümün en iyi şarkısı "laika" a.k.a "neighbourhood 2". şarkıda alexander adlı kardeşe gaz verme durumları sadece alex'i değil dinleyen herkesi ayağa dikiyor. siyah giyinmişseniz dans edemezsiniz demek değil herhal... tabii bir de bu neighbourhood serisinin 3 elemanı daha var, es geçmeyin. bunun dışında "haiti" ve "the crown of love" da yalınlıkları ve albümün cenaze kısmında bulunmaları ile takdire şayan. mendillerinizi hazırlayın, six feet under izlemişseniz aklınızda kalsın.

gelelim referans kısmına, burası bir hayli parlak. zira david bowie ve david byrne grubun sımsıkı takipçilerinden, hatta bowie'nin mazisi daha da eskiye dayanıyor öyle ki grubun meşhur olmadan çok önceki şovlarında neredeyse hiç yok yazılmamış. yeterli mi? bence işe alındılar.

şimdi gözüm yollarda yeni çıkacak notaların kanada'dan üflenmesini bekliyorum. bıraktığımızdan beri ölen kalan var mı bilinmez ama the arcade fire'ın daha çok canlar "yakacağı" kesin.

9 Temmuz 2006


PANDORA'NIN TIKA BASA DOLU KUTUSU

gün geçmiyor ki internet kapsamındaki müzik devrimlerine bir yenisi daha eklenmesin sayın okuyucular..."aya bassam bu kadar sevinmezdim hani" dedirtecek yepyeni bir site var şimdi sık kullanılanlar listemde: www.pandora.com

site daha açar açmaz ilk güzelliği yaparak hemen üyelik istemiyor yani deneme süreniz var fakat sanmayın ki para ödeyeceksiniz sonradan, sihirli sözcükler: tamamen bedava

ardından istediğiniz herhangi bir grup veya şarkı ismini verilen boşluğa yazıyorsunuz ve yazdığınız ismin müziğine benzeyen grup-şarkılar sapır sapır dökülmeye başlıyor. siz "aha bayıldım" veya "yok be bu neymiş" diyerek oy verebiliyor, şarkıları ortasında kesebiliyor ya da çıkan yeni grupla haşır neşir olabiliyorsunuz.

üstelik "helal"i hak edecek isimlere de bolca yer vermiş site... örneğin "suede" radyosu kurduğunuzda morrissey, bowie'nin yanısıra mooney suzuki, grant lee buffalo ve hatta bicycle çalıyor ki gidip yaratıcısını alnından öpmek geliyor içinizden. gelmiyorsa da gelecek... yazar sözü...

pandora.com, "last fm" ile karşılaştırılsa da ondan kat be kat daha iyi olduğu kesin zira daha eğlenceli ve daha özgür...

youtube.com'dan sonra nurtopu gibi yeni bir bağımlılığım oldu. eğer benden bir haftaya kadar haber almazsanız bilin ki kulaklıklarım arasında yitip gitmişimdir...

5 Temmuz 2006

PERDELER SIMSIKI KAPALI

indie müziğin 2000'lerde altın çağını yaşadığı ve yeni grupların patlamış mısır misali patlayıp durdukları aşikar... kabul, neredeyse hepsi "dandy look" kazanına düşüp takım elbiseler çekmiş üstüne, hepsi sigarasını red- kit gibi ağzının kenarında tutmakta. fakat "imaj hiçbir şeydir müzik her şey" desek de arada bir sezar'ın hakkını sezar'a vermek şart, aradan başını uzatan birkaç "iyi" grup yok değil, elefant gibi...

elefant, 2001 doğumlu ve yarışmamıza new york'tan katılıyor. ve yine hemşehrisi interpol gibi çevre illerde büyük ölçüde takip edilen bir grup. ama indie ve mekan hariç interpol'le bağdaştırılabilecek fazla ortak noktası bulunmamakta. elefant biraz daha acemi, biraz daha duygu işi, biraz daha 80'ler indie'si... biraz daha "komşu kızı" belki...

grubun ilk uzunçaları "sunlight makes me paranoid" orta karar bi albüm. misfit gibi merak uyandırıcı, sunlight makes me paranoid gibi ürkek şarkılar dinlenmeye değer, evet ama cd'yi müzikçalara ikinci kez yerleştirirken heyecan duymayacağınız kesin. yine de debut olarak kaydadeğer...

ikinci albüm "black magic show" ise üsttekine nazaran daha eğlenceli, daha sert, daha vurucu... özellikle "the clown" gerek sonlara doğru artan temposu (3.40 sonrası diyelim), gerek gitarla baterinin mükemmel uyumu ile sözlere kulak verdirmiyor bile. ki diego garcia (vokal-söz) fena söz yazarı sayılmaz hani... ya da ilk single "lolita", klişe de olsa hem nabakov'a güzel bir gönderme yapmakta hem de deliler gibi dans ettirmekte...

ham oldukları kesin ama ağızda ekşi bir tat bırakmıyor "elefant". geçmişi beş yıla dayanan gruplar içinde yıldız gibi parlıyor mu tartışılır, ama yine de dinlemeyen eksik kalır.
hadi kimse kalmasın, bir iki!!

2 Temmuz 2006


HANİ ALKIŞ? HADİ ALKIŞ!

küçükken bir şarkı vardı hazırlık sınıflarında söylenen: if you are happy and you know it clap your hands! şimdi bunun sonuna bir de "yeah!" nidası ekleyin ama içinizden gelsin; böylece mevzubahis grubumuzla tanışmış olacaksınız...

clap your hands say yeah, tıpkı arctic monkeys gibi myspace.com menşeili bir grup. internette bolca tıklanıyorsunuz, fanlarınız birikiyor ve kendinizi daha küçücükken koca bir dünya içinde bulup albüm kapağınıza bakakalıyorsunuz "bu ben miyim?" diye. şöyle düşünün: brooklyn'de köhne bir stüdyo dostça takılmaktasınız ve bir anda hızlı çekime sarılıyor her şey, dekor değişiveriyor ve bum! festivallerdesiniz... rüya gibi? internetin faydalarından biri... (bir diğeri ise şu anda beni okuyor olmanız- hin smayli)

grubun aynı adı taşıyan (havam olsun-self titled) albümüne bariz bir "eller havaya" teması hakim; fakat çocuklar eğlenceli, kanları kaynıyor ve bu, sizin de dansa kaldırılmanıza yol açıyor. ben grubu "over and over again (lost and found)" ile tanıdım ve hala albümdeki favori şarkım budur. şarkı, özellikle barındırdığı "you look like david bowie, but you've nothing new to show me" ayarı ile kalbimi attırmakta... müzik gitar tellerine iki üç vuruştan oluşurken vokal paul banks'in ian curtis- thom yorke arası gidip gelen ve fakat su gibi akıp giden, yağ gibi kaygan vokali üstte- altta- her yerde göz doldurmakta... basit müzik kabul ama akılda kalması yanımıza kar...

albümün diğer güzellikleri "in this home on ice", "skin of my yellow country teeth" ve "gimmie some salt"... ingilizce biliyorsanız arkadaşların isim bulmada ne kadar yaratıcı olduklarını saatlerce tartışabiliriz ve sizi fena ikna ederim. "tuzu uzatsana" diye şarkı yapan bir grubu alır başımın üstüne koyarım...

neticede clap your hands say yeah'i alkışlıyor ve "aha indie budur!" diyorum. ikinci albümle beraber patlamalarının nebula etkisi yapmasını dileyerek ülkemize de uğramalarını temenni ediyorum. bir diliyorum bir temenni ediyorum, farkındayım abartıyorum.
ama severim kerataları, insan sevdiğinin daha da meşhur olmasını istemez mi?